Değerli TÜBİTAK takipçileri,
Haftanın;

  • Bilim ve teknoloji gelişmelerini,
  • Çağrı ve duyurularını,
  • Yeni proje ve programları hakkındaki bilgileri sizler için derliyoruz.

TÜBİTAK Kurum Etkinlikleri ve Haberler

Uluslararası Regeneron ISEF Bilim ve Mühendislik Yarışmasına Öğrencilerimiz Damga Vurdu!

TÜBİTAK’ın da ilk kez ödül verdiği Regeneron ISEF Bilim ve Mühendislik Yarışmasında 3 projenin sahibi 7 öğrencimiz Regeneron ISEF büyük ödülü,  3 projenin sahibi 5 öğrencimiz ise özel ödül kazandı

Bu yıl ABD’nin Dallas şehrinde düzenlenen Uluslararası Regeneron ISEF Bilim ve Mühendislik Yarışmasında 12 öğrencimiz büyük başarıya imza attı. Yarışmaya ülkemizi temsilen katılan 12 proje ve 21 öğrenciden 3 projenin sahibi 7 öğrenci Regeneron ISEF büyük ödülü, 3 projenin sahibi 5 öğrenci özel ödül kazandı.

Türkiye’nin Bilim ve Teknoloji üssü TÜBİTAK’tan Bir İlk Daha!

Uluslararası Regeneron ISEF Bilim ve Mühendislik Yarışmasında TÜBİTAK 48 özel ödül kuruluşu arasında yer alarak ilk kez özel ödül verdi.

Bu yıl ABD’nin Dallas şehrinde düzenlenen Uluslararası Regeneron ISEF Bilim ve Mühendislik Yarışmasında öğrencilerimiz büyük başarıya imza attı. Yarışmada Türkiye’nin Bilim ve teknoloji üssü TÜBİTAK 48 özel ödül kuruluşu arasında yer alarak özel ödül verdi.

Jüri üyeleri tarafından Hücresel ve Moleküler Biyoloji alanından, Malzeme Bilimi, Enerji: Sürdürülebilir Malzemeler ve Tasarım, Yer ve Çevre Bilimleri, Gömülü Sistemler alanlarında seçilen 5 proje TÜBİTAK Özel Ödülü’nün sahibi oldu. Özel ödül alan projelere 1.000 Amerikan doları ödül verildi.

TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal’ın 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı Mesajı

TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla bir mesaj yayımladı.  Mandal,Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı; millî mücadelemiz ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu açısından özel bir önem taşımaktadır.”  ifadelerini kullandı.

“Bütün ümidinin gençlikte olduğunu ifade eden Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’u gençlere adamış, 'Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz' diyerek, ülkemizin geleceğini gençlere emanet etmiştir.” diyen Mandal, “Türk gençliği ve milleti olarak bu kutsal emanete sahip çıkarak; ülkemizin güçlü ve lider Türkiye’yi kurma yolundaki hedeflerini hayata geçirmek için, biz de TÜBİTAK olarak üzerimize düşen görev ve sorumluluğun bilinciyle faaliyetlerimizi yürütüyoruz.” diye konuştu.

Prof. Dr. Mandal, “Toplumumuzun yaşam kalitesinin artmasına ve ülkemizin sürdürülebilir gelişmesine hizmet eden, bilim ve teknoloji alanlarında benimsediğimiz yenilikçi, yönlendirici, katılımcı ve paylaşımcı vizyonumuzla, ülkemizin 2053 ve 2071 hedeflerine ulaşmasında gençlerimizin taşıdığı önemin bilincindeyiz. Bu bilinçle, gençlerimizi bilgi ve teknolojiyle donatılmış bir geleceğe hazırlamayı hedefliyoruz. 'Ülkemizin bağımsız bir şekilde kendi teknolojisini geliştirmesi için ben de varım' diyen tüm gençlerimizin yanında oluyor, onları her alanda ve her aşamada cesaretlendirmeye devam ediyoruz. “Türkiye Yüzyılı”nda,  bilim ve teknoloji adımlarıyla her alanda adından söz ettirmeye devam edecek olan Türkiye’de, TÜBİTAK olarak, tüm imkânlarımızla gençlerimizin yanında olacağımızı, kendilerine her türlü desteği vereceğimizi ifade ediyorum.” değerlendirmelerinde bulundu.

Türkiye'nin İlk Uzay Yolcuları Gençlerin Sorularını Yanıtladı

Türkiye'nin ilk uzay yolcuları Alper Gezeravcı ve Tuva Cihangir Atasever, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Bilim Genç'in YouTube kanalında gençlerin sorularını cevapladı. TÜBİTAK Bilim Genç'in Yayın Yönetmeni Kübra Bal Çetinkaya moderatörlüğünde çevrimiçi olarak gerçekleşen söyleşide, uzay yolculuğu öncesinde Amerika'da eğitimleri devam eden Gezeravcı ve Atasever, kendileri, eğitimleri ve hayalleri hakkında bilgi verdi. Ardından uydu ve uzay alanına merak duyan gençlerin, daha önceden ilettiği sorular, Gezeravcı ve Atasever tarafından yanıtlandı.

Türkiye'nin ilk uzay yolcusu olarak seçilen Gezeravcı, uzay yolculuğu ilanlarına tesadüfen denk geldiğini ve gerekli kriterleri taşıdığını gördükten sonra başvuru yaptığını söyledi. Seçildiğini öğrendikten sonra duyduğu mutluluğu dile getiren Gezeravcı, ABD'de 3 farklı kurumda alacakları eğitimin detaylarını aktardı. Teorik eğitimlerin sürdüğünü bildiren Gezeravcı, bir taraftan da uzay yolculuğu esnasında kullanacakları uzay kıyafetlerinin ölçümlerinin alındığını belirtti. Test aşamalarını ve teknik gereksinimleri tamamladıktan sonra karantinaya alınacaklarına değinen Gezeravcı, "2 haftalık izolasyon sürecini tamamladıktan sonra, fırlatma planlı tarihinde icra edilecek. Sanayi Bakanımız Mustafa Varank, daha önce ifade etmişti bu yılın son çeyreğinde uzay yolculuğunun gerçekleştirilmesi planlanıyor." diye konuştu. Gezeravcı, kendilerinin başlatacağı uzay yolculuğunun, gelecek süreçte de devam edeceğini, bunun bir başlangıç olduğunun altını çizerek, "Ülkemizin attığı bu önemli ilk adımın ardından, ciddi bir tecrübe birikimini Türkiye'ye getiriyor olacağız. Bu birikimimizi, rol model ve eğitici konumunda gelecek nesillere aktarmayı planlıyoruz." ifadesini kullandı.

Geleceğe Yön Verecek Girişimcilerimiz ile Buluştuk!

TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, “Hacettepe Teknokent A.Ş.’yi ziyaret etti. Mandal, Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Cahit Güran ve Hacettepe Teknokent Genel Müdürü Sinan Peksen ile birlikte Hacettepe Teknokent içerisinde bulunan ön kuluçka ve kuluçka merkezinde geliştirdikleri projeler ile geleceğe yön verecek girişimcilerle bir araya geldi.

Girişimcilerin geliştirdikleri projeler hakkında bilgi alan Prof. Dr. Mandal, ayrıca TÜBİTAK’ın verdiği desteklerin girişimcilerin projelerine sağladığı katkıları da değerlendirdi.

Eskişehir’de Öğrencilerimiz ve Akademisyenlerimiz ile Bir Araya Geldik!

TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal Eskişehir Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen programda ESTÜ Rektörü Prof. Dr. Adnan ÖZCAN'ın misafiri olarak öğrenciler ve akademisyenlerle bir araya geldi.

Programda, geleceğin güçlüklerinin çözümünde yalnızca “Ne?” sorusuna değil aynı zamanda "Nasıl?" sorusunun da cevabına yönelik TÜBİTAK’ın sunduğu destekler ile gelecek plan ve projelerini  paylaşan Mandal,  öğrenciler ve akademisyenlerin bu kapsamdaki görüş ve önerilerini dinledi.

Prof. Dr. Mandal, karmaşık problemlerin çözümünde yenilikçi çözüm yöntemleri geliştirmenin önemine ve gençlerimizin bu kapsamdaki rolüne değindi ve üretilen çözümlerde toplumsal etki analizinin altını çizerek, toplum bileşenini geliştirilen çözümlere dahil etmenin gerekliliğinden bahsetti.

Eskişehir'de TÜBİTAK TEYDEB Desteği Alan Firmalarımızı Ziyaret Ettik!

TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal gerçekleştirdikleri Ar-Ge ve Yenilik çalışmaları ile ülkemizin sanayisini geleceğe taşıyan ve TÜBİTAK TEYDEB desteği alan firmaları ziyaret etti.

Karcan Cutting Tools firması ve PITON Technology firmalarını ziyaret eden Mandal, yetkililerden geliştirdikleri çözüm odaklı ve yenilikçi projeleri dinledi.

Bir Ufuk Avrupa Başarı Hikayesi - JIDEP Projesi: Ortak Endüstriyel Veri Değişim Platformu ile Döngüsel Ekonomiye Katkı

Ufuk Avrupa Programı - HORIZON-CL4-2021-RESILIENCE-01-26 - Sustainable Industry Commons (RIA) çerçeve programı kapsamında desteklenen Ortak Endüstriyel Veri Değişim Platformu – JIDEP, dünyanın yönünü döngüsel ekonomi modeline çevirdiği bir dönemde üstün nitelikli bir mühendislik malzemesi olan kompozit materyalden geri dönüşüm ile elde edilebilecek ve tekrar kullanılabilecek hammaddelerin verisinin tutulduğu bir platform oluşturulmasını amaçlıyor.

Ülkemizin ve tüm Avrupa’nın takip ettiği doğrusal ekonomiden döngüsel ekonomiye geçişte önemli bir rol üstlenecek olan platforma kaydedilecek geri dönüştürülebilir malzeme sahipleri, geri dönüşüm firmaları, malzemeyi kullanacak taraflar olacak.

Üç farklı kullanım senaryosu olan projede atıl rüzgâr türbin kanatları, otomotiv ekipmanı ve elektronik kartlardan geri dönüştürülebilir kompozit malzeme elde edilmesi amaçlanıyor. Malzeme geri dönüştürüldükten sonra eğer uygun bileşime sahipse enerji, denizcilik, otomotiv, bilişim gibi farklı sektörlerde tekrardan ham madde olarak kullanılabilecek.

Farklı sektörlerden pek çok oyuncuyu bir noktada buluşturan ve dönüştürülmüş bu hammaddeyi kullanmak isteyen üreticilerin tüm veri tabanına erişerek ihtiyaç duyduğu hammaddeyi bu mecra üstünden sağlayabileceği platform ile çevre sorunlarına, enerji ve hammadde kısıtlılıklarına üretim ve tedarik zincirine dayalı çözümler getirilerek sürdürülebilir bir değer zincirinin geliştirilmesi amaçlanıyor.

Hammaddelerin kullanımını ve geri dönüşümünü iyileştirmekte, karbondioksit emisyonlarını azaltan uygun tedarik zinciri yapılarını oluşturmakta ve veri platformu yardımıyla tüm bu üretici, tüketici, geri dönüştürücü ve valide edici tarafları bir araya getirirken 3 farklı kullanım senaryosu kapsamında yapılacak olan geri dönüşüm ve malzeme pasaportlarının oluşturulması ile karbon emisyonu azaltımı, geri dönüşüm, üretim ve tedarik zinciri problemlerine katkı sunulacak.

Özel Bireylerin Güçlü Annelerine TÜBİTAK Destekli Eğitim

TÜBİTAK 4008 - Özel Gereksinimli Bireylere Yönelik Kapsayıcı Toplum Uygulamaları Destekleme Programı kapsamında desteklenen Yozgat Bozok Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Aygül Nalbant ve Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Şener Taplak tarafından hazırlanan “Güçlü Anne Güçlü Çocuk” projesi eğitim programları 15-19 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirildi.

Annelerin özel çocukları için planlanan ve 5 gün süren eğitimde; annelerin çocuklarında görülen tanımlanmış problemlerle baş etmeleri, stres ve öfke yönetimini geliştirmeleri ve desteklemeleri amaçlandı. Çocuk gelişim, cerrahi hemşirelik ve fizyoterapi alanında uzman hocalar profesyonel bir şekilde annelerimize eğitimlerle destek verdi.

Üniversite adına yürütülen projenin oldukça anlamlı olduğunu ifade eden Yozgat Bozok Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Karadağ, “Ülkemizin yarınları ve geleceği olan sevgili evlatlarımızın yetiştirilmesinde annelerimizin daha bilinçli ve verimli bir şekilde çocuklarına ihtimam göstermeleri ve çocuğun olumlu davranışlarını geliştirmesi adına davranışsal eğitimleri almasını amaçlıyoruz. Özel çocuklarımızın davranışlarına yönelik uygulanması gereken tekniklerle bu davranışları nasıl genelleyecekleri üzerine psikolojik destekli eğitimlerle annelerimizin fedakârlığına bir nebze olsun destek ve nefes olmak istedik. Bu etkinlikle çocuklarımıza yönelik farkındalık oluşturacak önemli kazanımlar sağlanacak. Bu tür sosyal sorumluluk projelerinin üniversitemiz adına devam edeceğini belirtmek isterim. Çocuklarımız güçlü olursa, annelerimiz güçlü olursa yarınlarımız çok daha güçlü olacaktır.” diye konuştu.

Çocuklarımız İçin Afetin Yaraları Bilimle Sarılıyor

TÜBİTAK 4007 Afet Bölgesi Bilim Her Yerde Özel Destek Çağrısı kapsamında Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen 11 ilimize (Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Elazığ, Hatay, Gaziantep, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa) ve Sivas İli Gürün ilçesine özel olarak hazırlanan projeler çocuklarımızla buluşmaya devam ediyor.

Deprem sonrası zor ve özel durumda olan okul öncesinden liseye kadar tüm öğrencilerimize, yeni yaşama uyum süreçlerinin desteklenmesi ve öğrencilerimizin enerjisini bilimle artırma hedefleriyle hayata geçirilen 4007 projelerinden ‘Adapazarı-Hatay Bilim Köprüsü’ isimli proje Hatay’ın Kırıkhan, Kumlu ve Hassa ilçelerinde gerçekleştirilen bilim şenlikleri ile çocuklarla buluştu.

Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nin paydaşı olduğu, Sakarya Valiliği himayesinde ve Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğü koordinasyonunda yürütülen TÜBİTAK 4007 Bilim Şenlikleri Destekleme Programı kapsamında kabul gören ‘Adapazarı-Hatay Bilim Köprüsü’ isimli şenlik, depremzede çocukları bilimin keşif dolu dünyasında heyecanlı bir yolculuğa çıkardı.

Teleskop ile güneş ve yıldız gözlemi, STEM uygulamaları, doğa ile teknolojinin birleştiği bilimsel etkinlikler, kodlama, seramik, sanal uygulamalar, doğa ve bitki atölyeleri gibi 29 farklı bilimsel etkinlik ile buluşan çocuklar için SUBÜ Sapanca MYO Peyzaj ve Süs Bitkileri Yetiştiriciliği Programı’ndan Öğr. Gör. Mine Çilli’nin atölye liderliği ve Peyzaj Topluluğu’ndan öğrencileri Sudenur Demirci, Dilan Nur Işık ve Ertuğrul Civelik rehberliği ile ‘Kendi Küçük Bahçeni Oluştur’ ve ‘Dönüştür Bitki ile Buluştur’ atölyeleri de gerçekleştirildi.

"Bilim her yerde" sloganıyla, depremlerden doğrudan etkilenen 11 il ve bir ilçede TÜBİTAK 4007 Afet Bölgesi Bilim Her Yerde Özel Destek Çağrısı kapsamında desteklenen ve çocuklarımızın neşesini bilimle geri kazanması amacıyla düzenlenen etkinlikler haziran ayına kadar devam edecek.

Anadolu Parsı DNA’sıyla Dünya Gen Bankası’nda

Türkiye’de nesli tükendiği düşünülürken 2019 yılının Ağustos ayında Batı Akdeniz'de görüntülenen, dünyada 'leopar', adıyla bilinirken Anadolu tarihindeki kullanımı nedeniyle ‘Pars' olarak isimlendirilen Anadolu Parsı’nın DNA verileri, Dünya Gen Bankası'nda kayda girdi.

TÜBİTAK - 1001 Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı destekli “Pars'ın (Panthera pardus) Akdeniz ve Ege Bölgesindeki Yayılışının Araştırılması” isimli proje kapsamında; Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne bağlı (DKMP) 6'ncı Bölge Müdürlüğü ve Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (ISUBÜ) iş birliğinde bugüne kadar Batı Akdeniz'de 2 Anadolu Parsı’na ait 58 görüntü elde edildi. ISUBÜ Yaban Hayatı Ekolojisi ve Yönetimi öğretim üyesi Dr. Yasin Ünal, DKMP 6'ncı Bölge Müdürlüğü'nden Hasan Uysal, ISUBÜ'den öğretim görevlileri Ahmet Koca ve Mevlüt Zenbilci ile WWF-Türkiye'den Mustafa Önder Ersin tarafından hazırlanan makaleyle de Anadolu Parsı, dünya literatürüne girmiş oldu.

Anadolu Parsı’nın fotokapan önünde bıraktığı idrardan alınan örnek ise, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi'ne gönderildi. Dünyadaki diğer leopar türleriyle karşılaştırılan DNA örneği, türün Anadolu Parsı olduğunu kanıtladı. DNA verileriyle 'Anadolu Parsı' adıyla Dünya Gen Bankası’na kaydedildi. Anadolu Parsı, 1975 yılından bu yana görüntülenememişti.

TÜBİTAK BUTAL Tarafından Düzenlenen Resim Yarışmasında Ödüller Sahiplerini Buldu

TÜBİTAK BUTAL tarafından Bursa’daki ortaokul öğrencileri arasında düzenlenen ”Benim Laboratuvarım” konulu resim yarışmasında ödüller sahiplerini buldu.

TÜBİTAK BUTAL Yerleşkesinde 17 Mayıs 2023 tarihinde TÜBİTAK BUTAL Müdürü Sedat Aktaş’ın açılış ve karşılama konuşması ile başlayan törene; Bursa Vali Yardımcısı  Dr. Yusuf Gökhan Yolcu, Bursa İl Milli Eğitim Müdür Vekili  Mustafa Kahya, Nilüfer İlçe Milli Eğitim Müdürü  M. Muharrem Tüfekçi, Mudanya İlçe Milli Eğitim Müdürü  Suat Topal, öğrenciler, veliler, danışman öğretmenleri ve okul müdürleri katıldı.

Ödül töreninde; resim yarışmasında dereceye girenlere birincilik ödülü olarak dizüstü bilgisayar, ikincilik ödülü olarak katlanabilir bisiklet ve üçüncülük ödülü olarak da akıllı saat ve madalyaları ile birlikte, danışman öğretmenleri ve okullarına plaketleri, 2024 yılı TÜBİTAK BUTAL Masa Takviminde yer alacak şekilde resim sahibi öğrencilerimize de özel ödül olarak TÜBİTAK Popüler Bilim Kitaplarından verildi.

Çağrılar ve Duyurular

70 Yeni COST Aksiyonu Onaylandı!

70 Yeni COST Aksiyonu, 12 Mayıs 2023 tarihli COST Üst Düzey Temsilciler Komitesi (Committee of Senior Officials-CSO) kararı ile onaylandı. Yeni Aksiyonlarla ilgili COST tarafından yayınlanan duyuruya ulaşmak için tıklayınız.

Söz konusu Aksiyonlarla ilgili detaylar ve Aksiyon Mutabakat Zaptları (Memorandum of Understanding) 9 Haziran 2023 tarihi itibariyle COST web sayfasında yayınlanacak. Aksiyon atamaları 9 Haziran 2023 tarihi itibariyle gerçekleştirilebilecek, ulusal başvurular da bu tarihten itibaren alınmaya başlayacak.

Türkiye’den atanacak olan araştırmacıların Aksiyon atamaları TÜBİTAK COST Kuralları adresinde yayınlanacak olan “2023 yılı TÜBİTAK COST Aksiyonlarına Katılım Kuralları” doğrultusunda gerçekleştirilecek.

TRANSCAN-3 ERA-NET Cofund 2023 Yılı Çağrısı Açıldı!

TRANSCAN-3 projesi 2023 yılı Uluslararası Ortak Çağrısı (JTC2023) “Kanser Epigenetiği Üzerine Translasyonel Araştırmalar” olarak belirlendi.  Çağrının hedefi, kanser epigenetiğinin daha iyi anlaşılmasına dayalı yeni yaklaşımların geliştirilmesi yoluyla kanserlerin tespiti, teşhisi, prognozu ve tedavisinin etkinliğini artırmak. Çağrıya sunulacak olan projelerin, çağrı kapsamında belirlenen 2 ana hedef ve alt hedeflerden en az birini kapsaması bekleniyor.

TRANSCAN-3, ulusal ve bölgesel translasyonel kanser araştırmalarını destekleyen fonlama kuruluşlarını bir araya getiren bir ERA-NET Cofund projesidir. Projenin amacı, temel araştırmadan tedaviye translasyonel kanser araştırmalarını destekleyerek Avrupa çapında kanserin teşhis, tedavi ve bakımının kolaylaştırılmasıdır.

Hedef 1: Epigenetiğin kanserin başlaması ve ilerlemesindeki rolü. Bu çalışmalar, kanserlerin tespitini, tanısını, prognozunu veya tedavilere yanıtı iyileştirmek için yeni biyobelirteçleri doğrulamayı amaçlayabilir.

Hedef 2: Kanserin ilerlemesini sınırlamak, relapsı/nüksetmeyi önlemek, mevcut kanser önleyici tedavilerin etkinliğini artırmak veya toksisitesini azaltmak için yeni epigenetik tabanlı terapötik stratejilerin doğrulanması.

TRANSCAN-3 Projesi 2023 Yılı Çağrısına ülkemizden yapılan başvurularda, Türkiye’de yerleşik kuruluşlar ve araştırmacılar TÜBİTAK - 1071 Uluslararası Araştırma Fonlarından Yararlanma Kapasitesinin ve Uluslararası Ar-Ge İşbirliklerine Katılımın Artırılmasına Yönelik Destek Programı kapsamında desteklenecek.

İki aşamalı başvuru alınacak olan TRANSCAN-3 2023 yılı çağrısının uluslararası 1. aşama son başvuru tarihi 21 Temmuz 2023 (12:00 CEST) dir. Çağrıya sunulacak proje önerileri için oluşturulan konsorsiyumun en az 3 farklı TRANSCAN-3 paydaşı ülkeden minimum 3, maksimum 6 proje partneri (koordinatör dahil) içerimesi gerekmektedir. Projede Macaristan, Letonya, Slovakya veya Türkiye’den partner yer alıyorsa maksimum partner sayısı 7’ye çıkarılabilir.

Uluslararası konsorsiyumun birinci aşama İngilizce proje başvurusunun, Uluslararası Ortak Çağrı Sekretaryasına (JCS) online sistem üzerinden (https://ptoutline.eu/app/transcan2023) yapılması gerekiyor. Uluslararası başvurunun yanı sıra projede yer alan Türk kurum/kuruluşlar tarafından ayrıca TÜBİTAK’a, belirtilen tarihe kadar PBS (https://uidb-pbs.tubitak.gov.tr/) üzerinden 1. aşama ulusal başvurunun elektronik imzalı olarak yapılması gerekiyor.

Başvuru öncesinde ulusal başvuru kurallarını detaylı bir şekilde içeren Çağrı Duyurusu metninin incelenmesi önemlidir. Başvuru kurallarına uyulmaması durumunda başvurunun değerlendirmeye alınmadan iade edilmesi söz konusu.

Çağrı konuları, çağrı kuralları, proje gereksinimleri ve projelerden beklenen diğer niteliklere ilişkin detaylı bilgilere uluslararası çağrı sayfasından ulaşabilirsiniz.

Uluslararası Başvuru Koşulları ve TRANSCAN-3 hakkında bilgi için:

Özge Gözay Özdede

UİDB AB Çerçeve Programları Müdürlüğü

E-mail: ozge.gozay@tubitak.gov.tr

Ulusal Başvuru Koşulları hakkında bilgi için:

Kamil Öncü Şen

UPAG Uluslararası İşbirliği Projeleri Araştırma Destek Grubu

E-mail: oncu.sen@tubitak.gov.tr

TEKNOFEST Coşkusu Ankara ve İzmir’de

Bu yıl 6. sı düzenlenen TEKNOFEST Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali’nde Ankara ve İzmir için geri sayım başladı.

27 Nisan-1 Mayıs tarihlerinde Atatürk Havalimanında büyük bir coşkuyla gerçekleştirilen TEKNOFEST heyecanı, Ankara ve İzmir’e taşınıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’da, 30 Ağustos-3 Eylül tarihlerinde Etimesgut Havalimanında; 27 Eylül-1 Ekim tarihlerinde ise İzmir’de Çiğli Havalimanında düzenlenecek beşer günlük festivallerde teknoloji, bilim, havacılık-uçuş gösterileri, ödül törenleri, sergiler, zirveler, atölye çalışmaları ve etkinliklerle dolu programlar bilim ve teknoloji meraklıları için düzenlenecek.

Bilim ve Teknoloji Haberleri

Açlık hissi yaşlanmayı yavaşlatabilir mi?

Bilim insanları, sinekleri amino asit moleküllerinden mahrum bırakarak ya da beyinlerinin beslenme güdüsüyle bağlantılı bölgelerini uyararak oluşturulan açlığın, sineklerin yaşam süresini uzattığını tespit etti.

Aralarında ABD'deki Michigan Üniversitesi'nden isimlerin de bulunduğu araştırmacılar sineklerde çeşitli şekillerde açlığı tetikledi.

Bir yöntemde, bilim insanları bir test atıştırmalığındaki dallı zincirli amino asit moleküllerinin (BCAA) miktarını değiştirdi ve daha sonra sineklerin mayalı veya şekerli yiyecekler büfesinden serbestçe beslenmesine izin verdi.

Bilim insanları BCAA'sı düşük atıştırmalıklarla beslenen sineklerin, BCAA'sı yüksek atıştırmalıklarla beslenenlerden daha fazla, büfede şekerden çok maya tükettiğini buldu. Araştırmacılar, mayanın şekere tercih edilmesinin ihtiyaca dayalı açlığın bir göstergesi olduğunu açıkladı.

Bu sinekler daha fazla yiyecek ve daha fazla toplam kalori tükettiğinden bu davranış, BCAA'sı düşük atıştırmalığın kalori içeriğinden kaynaklanmıyordu. Araştırmacılar ömür boyu BCAA'sı düşük diyetle beslenen sineklerin, BCAA'sı yüksek diyetlere beslenenlere kıyasla kayda değer seviyede daha uzun yaşadığını da buldu.

Bilim insanları daha sonra sinekleri kırmızı ışığa maruz bırakarak açlık dürtüsüyle ilişkili sinir hücrelerini aktive etti. Işık uyaranına maruz bırakılan sineklerin, bırakılmayanlardan iki kat daha fazla yiyecek tükettiği tespit edildi. Bu sinekler de kontrol grubundakilerden önemli ölçüde daha uzun yaşadı.

Çalışmanın ortak yazarı Kristy Weaver, "Sineklerde bir tür doyumsuz açlık yarattığımızı düşünüyoruz. Ve bu sayede sinekler daha uzun yaşadı" diyor.

Bilim insanları çalışmayı yürütürken sadece sinekleri kullansa da "keşfedilen mekanizmaların diğer türlerde de açlık dürtülerini düzenlediğini ummak için pek çok neden olduğunu" belirterek açlığın yaşam süresini uzatmada yeterli olduğunun gösterilmesi, güdüsel durumların tek başına yaşlanmanın belirleyici faktörleri olabileceğini ortaya koyduğunu söylüyor

Karıncaların Avcı Uyarı Sistemi: Bir Karınca Kolonisi Ölü Taklidi Yaparken Gözlemlendi

Bukalemunların renk değiştirmesi ya da böcek ve kertenkelelerin ölü taklidi yapması bilinen avcıdan korunma yöntemleri arasında. Ancak Avustralyalı araştırmacılar daha önce görülmemiş bir yönteme şahitlik ederek tüm karınca kolonisinin aynı anda ölü taklidi yaptığını gözlemledi.

Güney Avustralya Üniversitesi'nden Sophie Petit ve beraberindeki araştırmacılar, Avustralya’nın Kangaroo Adası’ndaki cüce keseli sıçanlar ve yarasa yuvalarını kontrol ederken, geniş burunlu dikenli karınca olarak bilinen bir Polyrhachis femorata kolonisi buldular.

Gözlem sırasında kolonideki bireyler o kadar hareketsizdi ki araştırma ekibi tüm koloninin ölü olduğunu düşündü. Karıncalardan biri hareket ettiğinde koloninin ölü taklidi yaptığı ortaya çıktı.

Hakemli bilimsel dergi Australian Journal of Zoology'de yayımlanan makalede dünyada ilk kez bir karınca kolonisinin ölü taklidi yaparken gözlemlendiği ifade edildi.

Petit, "Taklit mükemmeldi. Yalnızca birkaç karınca türünün ve genelde bireylerin savunma amaçlı olarak hareketsiz kaldığı biliniyor. Tüm bir kolonide gözlemlendiği başka bir örnek bilmiyoruz" diye konuştu. Bununla birlikte Polyrhachis femorata’nın da adada ilk defa bulunduğu da işaret ediliyor.

Petit, açıklamasına “Polyrhachis femorata kolonileri içeren kutuların bazılarında, bazı bireylerin hareket etmeyi durdurması biraz zaman aldı ve diğerleri durmadı. Davranışı nelerin tetiklediğini anlamak zor” diyerek devam etti.

Ekip, karıncaların itaatkar, savunmacı veya hareket etmeyerek fark edilmekten kaçınma davranışlarını göz ardı edemeseler de, en olası açıklamanın karıncaların ölü taklidi yapması olduğuna inandıklarını söylüyor.

Kanguru Adası, 2019-2020’de orman yangınlarından ciddi şekilde etkilendi ve ekip, karınca türlerinin yanmamış mallee (Avusturalya’ya özgü bodur okaliptüs ağaçları) habitat alanlarında bulundukları için aktif olarak yeni yuva alanları aradıklarını düşünüyor. Karıncaların, muhtemelen yırtıcılara karşı daha fazla savunma elde etmek için yuva kutularının girişlerini organik maddeyle tıkadıkları da keşfedilmiş durumda.

Bir Romanı 1 Dakikadan Kısa Sürede Okuyabilen Sohbet Robotu Geliştirildi

Yapay zeka teknolojileri her geçen gün yeni bir gelişme ile şaşırtmayı sürdürüyor. ChatGPT ile isminden sıklıkla söz ettiren OpenAI’nin eski mühendisleri tarafından kurulan Anthropic şirketi tarafından geliştirilen Claude sohbet robotu, bir romanı 1 dakikadan daha kısa sürede işleyebiliyor.

ChatGPT gibi popüler diğer yapay zeka sohbet robotlarına rakip olmayı başaran Claude, klasik bir romanı sadece 30 saniyede tamamen anlayabiliyor.

Robotların her ne kadar terabaytlarca metin üzerinde eğitilse de belleklerinin belirli sınırlara sahip olduğu düşünüldüğünde önceden yaklaşık 9 bin belirteç (token) işleyebilen Claude’nin şimdi 100 bin belirteç yani yaklaşık 75 bin kelime işleyebilme kapasitesine sahip olması Bard, Bing ve ChatGPT’ye karşı dikkat çekici bir fark yaratıyor. Zira ücretli bir hizmet olan OpenAI’nin GPT-4’ü yaklaşık 8 bin belirteç işleyebilirken, tam sürümü 32 bin belirteç işleyebiliyor.

Romanda Yapılan Değişikliği Sadece 22 Saniyede Buldu!

Bir insanın 75 bin kelimelik bir metni okumasının yaklaşık beş saat sürdüğünü ifade eden Anthropic şirketi, Claude’un genişletilmiş bağlam penceresi sayesinde uzun belgeleri birkaç dakika içinde özetleyebileceğini ve analiz edebileceğini belirtiyor.

Şirket tarafından, Claude’a yapılan bir testte, geliştiriciler Muhteşem Gatsby romanını okutulan ve bir satırda yapılan değişikliği bulmasını istenen Claude, yapılan değişikliği sadece 22 saniyede doğru şekilde tespit etti.

İnsan Dna'sı Tespitinde Büyük Buluş

ABD'de Florida Üniversitesi’nden araştırmacılar, bir insanın DNA'sına ait bilgilerin, sahildeki ayak izlerinden, bir odada solunan havadan veya okyanusta yüzerken bırakılan tükürük benzeri atıklardan tespit edilebileceğini ortaya koyan bir keşfe imza attı.

Nature Ecology & Evolution isimli bilimsel dergide sonuçları yayımlanan araştırmada, bilim insanlarının, nesli tükenmekte olan deniz kaplumbağalarını incelemek için kumda bulunan çevresel DNA örneklerini toplarken, bulguların çok kaliteli olduğu ve o bölgede yaşayan popülasyonun genetik atalarının belirlenebildiği sonucuna ulaştıkları belirtildi.

Araştırma kapsamında 6 kişinin çalıştığı 280 metrekarelik bir hayvan kliniğinden alınan hava örnekleri üzerinde yapılan incelemede, çalışan personel ve hayvanlara ait DNA'ların tespit edilerek eşleştirmelerinin yapılabildi.

Araştırma raporunda, "Tükürüğümüz, derimiz, terimiz ve kanımız yoluyla çevreye karışan insan DNA'sı, kayıp kişilerin bulunmasına ve suçları çözmek için adli soruşturmalara yardımcı olmak, arkeolojik öneme sahip alanları belirlemek ve atık sulardaki DNA izleri aracılığıyla sağlığı izlemek için kullanılabilir." ifadesi kullanıldı.

Florida Üniversitesi Vahşi Yaşam Hastalıkları Genom Bilimi Profesörü David Duffy, "Bütün bu kişisel, atalara ait ve sağlıkla ilgili veriler çevrede ücretsiz olarak mevcut ve şu anda havada asılı duruyor." ifadesini kullandı.

Raporda aynı yöntemlerin, "mahremiyet ihlalleri, konum izleme, veri toplama, bireylerin veya toplumların genetik takibi" gibi kötü niyetli çalışmaların yapılmasını kolaylaştırabileceği tehlikesine de işaret edildi.

James Webb Uzay Teleskobu’ndan uzayda yaşama dair yeni ipuçları

En güçlü uzay teleskobu James Webb, dünya dışı yaşamın varlığına dair ipuçları içeren genç bir yıldız sisteminin benzeri görülmemiş bir görüntüsünü yakaladı. Dünya'dan 500 ışıkyılı uzaklıkta yer alan J160532 adlı bu yıldızın çevresinde bol miktarda karbon keşfedildi.

Bu keşif uzayda yaşam arayışına dair önemli bir ipucu zira gözlemler, güneş gibi yıldızlardan çok daha küçük ve çok daha yaygın olan kırmızı cüce yıldızların etrafında oluşan gezegenlerin yaşanabilir olmasına ışık tutuyor.

J160532'nin birkaç milyon yaşında olduğu tahmin ediliyor. Öte yandan kırmızı cücelerin ömrü trilyonlarca yıla ulaşabiliyor. Bu da J160532'nin daha çok genç bir yıldız olduğu anlamına geliyor.

Ekip ayrıca J160532'yi çevreleyen gezegen oluşum bölgesinde benzen ve diasetilen de tespit etti. Bu organik moleküller, bir yıldız sisteminin bu bölgesinde ilk kez görüldü.

Hakemli bilimsel dergi Nature Astronomy'de yayımlanan araştırma makalesinde konuyla ilgili şu ifadeler yer aldı:

James Webb verilerimiz, bu tür çok düşük kütleli yıldızların etrafındaki disklerin kimyasal yapısının, gezegenlerin oluştuğu bölgelerde daha önce düşünülenden daha yüksek karbon/oksijen oranına sahip olabileceğini ortaya koyuyor. Bu da, etraflarında oluşabilecek gezegenlerin bileşimini önemli ölçüde etkileyebilir.

Elde ettikleri bulgulardan yola çıkan ekip, düşük kütleli yıldızların etrafındaki disklerin oksijen ve dolayısıyla su açısından kıt olabileceği, çünkü yaşam için bu temel bileşenlerin yıldızdan daha uzaktaki küçük kayalar üzerinde yoğunlaşan buz taneciklerine hapsolduğu sonucuna vardı.

Bu senaryo, söz konusu yıldız sisteminde neredeyse hiç suyu olmayan ama karbon açısından zengin gezegenlerin ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Ancak bu sonuç da henüz kesin değil.

Kızıl Gezegende Dev Bir Nehrin İzleri Bulundu

NASA'nın Mars'taki uzay aracı Perseverance, iki yıldan fazla süredir kurumuş bir göl yatağı olan Jezero Krateri'ni inceliyordu. Son olarak kraterin kenarlarında, "250 metre yüksekliğinde ve kıvrımlı katmanlara sahip yelpaze şeklinde bir tortul kaya yığını" bulan aracın bu keşfi NASA'ya göre milyarlarca yıl önce Kızıl Gezegen yüzeyinde gürül gürül akan bir nehrin kalıntıları.

Henüz atmosferinin çoğu uzay boşluğuna savrulmadan önce Mars'ın göller ve okyanuslara ev sahipliği yaptığı kabulüne ek olarak bu yeni kanıt, bahsi geçen su yollarının daha önce düşünülenden çok daha şiddetli bir akışa sahne olduğunu düşündürüyor. Zira şimdiye dek Mars'ın geçmişte daha sığ akarsulara ev sahipliği yaptığı düşünülmüştü.

Heyecan verici yeni keşfe dayanak sağlayan, eski nehir yatağı olduğu düşünülen yelpaze şeklindeki izler, Perseverance'ın kaydettiği yüzlerce görüntünün bir araya getirilmesiyle gözler önüne serildi.

Görüntülerdeki sürüklenmiş taşlar ve çizgili yüzeyler için NASA'nın Jet İtki Laboratuvarı'ndan doktora sonrası araştırmacı Libby Ives, "Bunlar, çok fazla enkaz taşıyan yüksek enerjili bir nehre işaret ediyor. Su akışı ne kadar güçlü olursa, daha büyük malzeme parçalarını o kadar kolay hareket ettirebilir.” diye konuştu.

Ives'e göre, Perseverance tarafından tespit edilen bu birikinti katmanlarından bazılarının yüksekliği 20 metreye ulaşıyor. Bu da Dünya'da bir nehrin biriktirebileceği tepeler için oldukça yüksek.

Nasa'nın Yapay Zeka Erken Uyarı Sistemi: Yıkıcı Güneş Fırtınaları İçin 30 Dakika Önce Uyarıyor

NASA, yaklaşan bir Güneş fırtınasının Dünya'da nereyi vuracağını tahmin edecek bir yapay zeka çalışmasını tamamladı. Önceki Güneş görevlerinden elde edilen Güneş rüzgarı ölçümleriyle Dünya'nın genelindeki yer istasyonlarında gözlemlenen jeomanyetik fırtınalar arasındaki bağlantıları belirleyecek bu yeni yapay zeka modeli geliştirdi.

Space Weather adlı akademik dergide yayımlanan yeni çalışmaya göre ABD Uzay Ajansı'nın Goddard Uzay Merkezi'nden araştırmacıların bu yapay zeka modeli, NASA uydu verilerini analiz ederek uzaydaki tehlikeli havaya karşı alarm veriyor. Bu uyarı, fırtınaların elektrik şebekeleriyle diğer kritik altyapılar üzerindeki ciddi etkilerini önleyebilmeleri için ülkelere 30 dakika kazandırabilir.

Araştırmacılar geliştirdikleri DAGGER adlı bilgisayar modelinin, tüm dünyadaki jeomanyetik fırtınaları "meydana gelmeden 30 dakika önce" hızlı ve doğru bir şekilde öngörebildiğini söyledi.

Ağustos 2011 ve Mart 2015'te meydana gelen iki jeomanyetik fırtınaya karşı test edilen model, fırtınanın dünya çapındaki etkilerini "hızlı ve doğru" bir şekilde tahmin edebildi.

Yeni tahmin sistemi, sık sık güncellenen öngörüler oluşturmak için yapay zekanın hızlı analizini, uzaydan ve Dünya'dan yapılan gerçek ölçümlerle birleştiren ilk model.

Tarihteki Önemli Güneş Fırtınaları

Güneş fırtınaları, Güneş'in taçküre kütle atımı adı verilen bir patlamayla elektrik yüklü plazma yayması sonucu meydana geliyor.

Elektrik yüklü bu parçacıklar, gezegenin etrafındaki koruyucu manyetik alanla etkileşime girdiğinden jeomanyetik fırtına denen olaylar yaratarak Dünya'daki cihazlarda elektrik kesintilerine ve teknolojik arızalara yol açabiliyor.

1989'daki bir Güneş fırtınası Kanada'nın Quebec eyaletinde 12 saat boyunca elektrik kesintilerine yol açarak milyonlarca kişinin karanlıkta kalmasına, okulların ve işyerlerinin kapanmasına neden olmuştu.

Carrington Olayı diye bilinen şiddetli Güneş fırtınası ise 1859'da eski telgraf istasyonlarında yangınlara yol açarak mesajların gönderilmesini engellemişti.

Bilim insanları, Güneş'in 11 yıllık aktivite döngüsünün zirvesi olan sıradaki "solar maksimuma" yaklaştıkça böylesi yıkıcı bir Güneş fırtınası riskinin arttığı uyarısında bulunuyor.

Bu fırtınaların şiddeti hafiften aşırıya kadar değişmekle birlikte, etkileri teknolojiye bağımlı bir dünyada giderek daha yıkıcı hale gelebilir.

Satürn'ün 62 Yeni Uydusu Keşfedildi

Bilim insanları, daha önce Satürn üzerinde kullanılmayan bir teknik ile 62 yeni uydu keşfetmeyi başardı. Satürn, böylece hem 'Güneş sistemindeki en fazla uydusu olan gezegen' unvanını 3 ay sonra yeniden Jüpiter'den almış oldu hem de yeni keşifle birlikte, evrende 100'den fazla uydunun yörüngesinde döndüğü bilinen ilk gezegen haline geldi.

Uluslararası Astronomi Birliği tarafından tanınan toplam 92 uyduyla uydu sayısında lider olan Jüpiter, Satürn yörüngesinde keşfedilen 62 yeni uydu ile toplamda 145 uydusu olan Satürn’e liderliği yeniden kaptırdı.

Keşfin ardında ise Çin'deki Academia Sinica Astronomi ve Astrofizik Enstitüsü'nden doktora sonrası araştırmacı Edward Ashton liderliğindeki bir ekip var.

Bilim insanları, daha önce Satürn üzerinde kullanılmayan “shift and stack” tekniğiyle gözlem yapılacak bir yol seçti, gözlemde elde edilen tüm fotoğrafları bu yol üzerine hizaladı.

Birçok yol üzerinde uygulanan bu hizalama tekniğiyle daha önce gezegen etrafında dönüşü görülmemiş yeni cisimler, yani uydular ortaya çıktı. Gözlemler, gökbilimcilerin Satürn çevresindeki 2,5 kilometre çapındaki uyduları tespit etmelerine olanak sağladı.

Bu teknik, bugüne kadar Neptün ve Uranüs’ün uydularını araştırmak için de kullanılıyordu.

Araştırmada kullanılan veriler, Hawaii'de Maunakea tepesindeki Kanada-Fransa-Hawaii Teleskopu (CFHT) tarafından 2019 ve 2021 arasında üç saatlik aralıklarla toplandı.

Yeni keşifler “Düzensiz Uydular” sınıfında

Satürn'ün yeni keşfedilen uyduları "düzensiz uydular" olarak sınıflandırıldı. Bu terim, bir gezegenin kütle çekim kuvvetiyle yakalandığı ve normal uyduların yörüngelerine kıyasla daha eğimli olan büyük ve eliptik bir yörünge izlediğine inanılan nesneler için kullanılıyor.

Ayrıca düzensiz uydular, yörüngelerinin eğimine bağlı olarak gruplaşma eğilimi gösteriyor.

Satürn'ün sistemi halihazırda bu gruplardan üçüne ev sahipliği yapıyor. Hepsi de adlarını farklı mitolojik olaylardan alıyor: Inuit grubu, Galya grubu ve yoğun nüfuslu İskandinav grubu.

Satürn'ün yeni bulunan tüm uyduları, şu anda var olan bu üç gruptan birine giriyor.

Ekibe göre yeni uyduların üçü Inuit grubuna ait, ancak çoğunluğu İskandinav grubuna uygun.

Fare Beyin Hücreleri Kullanılarak Canlı Bir Bilgisayar Geliştirildi

İnsan beyni ve sinir sistemi temel alınarak modellenen ve geliştirilen makine öğrenmesi temelli algoritmalara “sinir ağları” denir. Makine öğrenmesi ve yapay zekâ için önemli kullanıma sahip bu sinir ağları, yapay veya taklit edilmiş sinir ağları olarak da bilinir. Bu ağlar biyolojik nöronların birbirlerine sinyal verme şeklini taklit eder. Makine öğrenmesi algoritmalarına bağlı olarak kısa sürelerde gelişirler ve yaptıkları işlerdeki doğruluk ve kesinlik oranları da zamanla artar. Diğer bir ifadeyle, yapay sinir ağları veriler yardımıyla öğrenebilir, öğrenme ilerledikçe verileri çok kısa sürelerde işleyebilir ve doğru bir şekilde sınıflandırabilir. Böylece bilgisayar bilimlerinde ve yapay zekâ uygulamalarında çok önemli araçlar olarak kullanım bulurlar. Yapay sinir ağları bilgisayarlar ve robotikle ilgili konularda yaygın olarak yer alıyor. Peki bu sinir ağlarını oluşturmak için canlı beyin hücreleri kullanılabilir mi? Bu soru, Amerikan Fizik Topluluğu (APS) tarafından Nevada Las Vegas’ta düzenlenen Mart ayı oturumunda cevap buldu. Illinois Urbana-Champaign Üniversitesinden Zhi Dou ve arkadaşları, canlı beyin hücrelerinin bu sinir ağlarının geliştirilmesinde başarılı bir şekilde kullanılabildiğini bildirdi Araştırmacılar yeniden programlanmış fare kök hücrelerinden türettikleri yaklaşık 80.000 nöronla başladıkları çalışmalarında, nöronları bir optik fiberin altındaki elektrotların üzerine yerleştirdi. Böylece nöronları hem ışık hem de elektrik aracılığıyla uyarmayı sağladılar. Elektrotlar da nöronların yanıt olarak ürettikleri elektrik sinyallerini ölçmek için kullanıldı. Tüm bileşenler hücrelerin canlılığını da koruyabilecek çok küçük bir kutu içerisine yerleştirildi ve böylece bir nevi canlı bilgisayar elde edilmiş oldu. Ekip daha sonra, geliştirdikleri bu canlı bilgisayarın farklı sinyal modellerini ayırmayı başarıp başaramayacağını test etmek üzere onu eğitmeye çalıştı. Geleneksel sinir ağları bu işlemi kolaylıkla yapabiliyor. Farklı elektriksel dürtü ve ışık parlaması modelleri ile sistem eğitilirken nöronların ürettiği elektrik sinyalleri bir saat boyunca bir bilgisayar çipi ile işlendi. Bir saatlik eğitimin ardından bir süre ara verilip sonrasında 10 farklı dizide ışık ve elektriğe maruz bırakılan nöronların ne kadar iyi çalıştığına dair performans puanı hesaplandı. F1 adı verilen sinir ağlarını değerlendirmede kullanılan bu puanlama sisteminde 0 en kötü performansı, 1 ise mükemmel örüntü tanımayı ifade ediyordu. Dou ve ekibinin geliştirdiği cihaz o kadar başarılıydı ki aldığı puanlar 0,98’e kadar çıkabildi. Araştırmacılara göre bu çalışma, canlı bilgisayar ve robotlar geliştirmeye yönelik uzun vadeli hedeflerdeki ilk adımlar olarak değerlendirilebilir. Araştırmacılar, canlı beyin hücreleri kullanılan robotların yakın bir gelecekte çevrelerindeki çeşitli bilgileri işleyerek buna göre hareket edebileceğini belirtiyorlar. Beyin hücrelerinin kendi kendilerini yönetme ve birbirlerine bağlanma kabiliyetleri ile pek çok şekilde bilgi toplayabildiğini ekleyen araştırma ekibi; bu hücrelerin ışık ve elektriğe ek olarak basınç, kimyasallar ve manyetik alanlara da tepki verebildiğini ve böylece birçok bilgiyi tek seferde işleyebileceklerini söylüyor. On binlerce canlı beyin hücresi kullanılarak geliştirilen ve ışık/ elektrik örüntülerini tanıyabilen canlı bilgisayarın ileride canlı kas dokuları ile hareket edebilen bir robota entegre edilmesinin de mümkün olabileceği öngörülüyor. Bilgi işleme için canlı sistemler kullanılmasının enerji tasarruflu sürdürülebilir cihazlar geliştirilmesine olanak tanıyacağı ve böylece geliştirilecek robotların mekanik olanlara göre çok çeşitli avantajlara sahip olacağı düşünülüyor.

Bilim ve Teknik dergisi Mayıs sayısından alınmıştır.

Yapay Deriler Yakındaki Nesneleri Dokunmadan Algılayabiliyor

Yapay deri alanındaki gelişmeler; akıllı robotlar, insan-makine arayüzleri ve sanal/artırılmış gerçeklik gibi teknolojileri çok yakından ilgilendiriyor. Güncel çalışmalar sayesinde yapay deriler ile sıcaklık, basınç/kuvvet, nem ve yüzey özellikleri gibi çeşitli çevresel parametreleri dijital sinyallere dönüştürerek doğal deri ile aynı seviyelerde algılamak mümkün hâle getirildi. İşlevsellik açısından yapay deri teknolojisinin doğal deriyi taklit etmenin ötesinde işler yapabilmesi isteniyor. Singapur Nanyang Teknoloji Üniversitesinden bir grup araştırmacı tarafından Small dergisinde yayımlanan çalışma ile elde edilen yapay derinin, nesnelere temas etmesine gerek kalmaksızın belirli bir yakınlıktaki nesneleri algıladığı ve onların metal, plastik ya da biyolojik bir malzemeden mi oluştuklarını ayırt edebildiği bildirildi. Araştırmacılar geliştirdikleri yapay derinin bilinen özelliklerin yanında daha üstün olmasını hedeflediler. Bunun için deriyi iyon aşılanmış bir süngerimsi yapının etrafındaki iki elektrot katmanı ile geliştirdiler. Yapay deri; elektrot işlevi gören, nikel kaplı, iki dış iletken kumaş katmanından oluşuyor ve bu katmanlar elektrik iletkenliğini sağlamak için iyonik sıvıya batırılmış gözenekli yapıdaki süngeri kaplıyor. Elde edilen yapının standart olanlardan çok daha hassas olduğunu belirten araştırmacılar, bu sayede yapay derinin elektrik alanındaki çok küçük değişimleri bile algılayabildiğini bildirdi. Bu sayede yapay deri ile hem mesafe algılama hem de yakındaki malzemenin ne olduğunun tespit edilmesi mümkün hâle geldi. Yapay deri ile denemeler gerçekleştiren araştırma ekibi; belli bir mesafeye yaklaştırılan nesneleri polimer, metal veya deri olarak başarılı bir şekilde sınıflandırmayı başardı. Nesne yeterince yaklaştığında kapasitif yapının elektrik alanına giriyor ve buradaki değişiklikler eldeki verilerle karşılaştırılarak nesnenin yapı malzemesi kolaylıkla tespit edilebiliyor. Araştırmacılara göre, bu teknolojinin makine öğrenmesi teknikleri ile entegrasyonu başarılı sonuçlar elde etmek için kritik öneme sahip. Geliştirilen yapay deri teknolojisinin akıllı robotik, elektronik deri, protezler ve artırılmış gerçeklik alanlarında çok çeşitli kullanımlar bulması bekleniyor.

Bilim ve Teknik dergisi Mayıs sayısından alınmıştır.

Zayıfladıktan Sonra Tekrar Kilo Almamızın Nedeni Anlaşılmış Olabilir

Pek çok insan istemli olarak kilo verdikten bir süre sonra tekrar kilo alır. Kilo verme diyetleriyle zayıflayan insanların yaklaşık yarısı verdikleri kiloyu beş yıl içinde geri alıyor. Fareler üzerinde yapılan yeni bir araştırmada bunun nedeni olabilecek bir beyin yolağı (elektriksel sinyallerin üzerinde yol aldığı sinir hücresi zinciri) keşfedildi. Zayıflama sonrası yeniden kilo alma eğiliminin mekanizması bilinmiyor ancak bunun beynin hipotalamus bölgesindeki AgRP nöronlarıyla ilişkili olabileceği düşünülüyor. Daha önce bu nöronların açlık hissinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynadığı gösterilmişti. Massachusetts’teki (ABD) Beth Israel Deaconess Tıp Merkezinden, araştırmayı yürüten ekibin lideri Brad Lower, vücuttaki besin miktarı az olduğunda bu sinirlerin etkinleştiğini ve yoğun bir açlığa neden olduğunu belirtiyor. Beyindeki pek çok farklı bölge, sinaps denen sinir bağlantıları yoluyla, AgRP nöronlarına sinyal gönderiyor. Bu bağlantılar zaman zaman zayıf veya güçlü olabiliyor, bu da üzerlerinden geçen sinyalin yoğunluğunu değiştiriyor. Bağlantı ne kadar güçlüyse iletilen sinyaller de o kadar güçlü oluyor. Lowell ve ekibi kilo vermenin bu sinapslar üzerindeki etkilerini görmek için dokuz farenin beyinlerindeki ölüm sonrası etkinliği ölçtü. Bunların beşi beyinleri incelenmeye başlamadan önceki 16 saat boyunca aç bırakıldılar. Araştırmacılar sinir hücrelerini etkinleştiren optogenetik tekniği kullanarak AgRP’ye sinyal gönderdiği bilinen beyin bölgelerini uyardılar. Sonuçta, aç kalan farelerin hipotalamusundaki paraventriküler hipotalamik çekirdek (PVH) adlı kısımda, aç kalmayan farelerinkine göre daha yüksek etkinlik görüldü. Bu beyin bölgesinin metabolizma ve büyümede rol oynadığı biliniyor. Araştırmacılar aç bırakılan farklı bir fare grubunda bu PVH nöronlarını etkisizleştirdi ve sonraki 24 saat içinde bu farelerin ne kadar besin tükettiğini izledi. Bu fareler söz konusu 24 saat içinde kontrol grubundaki (PVH nöronlarına müdahale edilmeyen) farelere göre ortalama olarak %33 daha az besin tüketti ve yedi günlük zaman dilimi içinde yeniden kilo almaları daha düşük düzeyde kaldı. Takiben yapılan bir dizi başka deney, fareler açlık döneminde kaybettikleri kiloları geri aldıktan sonra PVH nöronlarından gelen artmış sinyallerin normale döndüğünü gösterdi. Tüm bu bulgular, yeniden kilo alımının PVH nöronlarından AgRP nöronlarına giden sinyallerdeki geçici artıştan kaynaklandığını düşündürüyor. Lowell hem çok düşük açlık hissinin hem de çok yüksek açlık hissinin sağlıksız olduğunu, bu sorunların ele alınabilmesi içinse açlığın nasıl işlediğinin anlaşılması gerektiğini söylüyor. Araştırmada elde edilen bulgularsa bu konuda atılmış önemli bir adım olarak kabul ediliyor. Lowell, örneğin gelecekteki tedavilerde PVH nöronlarından gelen sinyaller baskılanarak insanların zayıfladıktan sonra kilolarını korumasına yardımcı olunabileceğini düşünüyor. Ancak bunun için önce PVH nöronlarının işlevinin ve onları baskılamanın ne gibi sonuçlar doğuracağının daha iyi anlaşılması gerekiyor.

Bilim ve Teknik dergisi Mayıs sayısından alınmıştır.

İklim Krizi’nde Korkutan Öngörü: İlk Kez 1,5 Derece Sınırının Aşılması Bekleniyor

Dünya Meteoroloji Örgütü’nün son tahminlerine göre, Küresel sıcaklık ortalaması için sanayi öncesi seviyelerin 1,5 °C üzerinde yer alan eşiği geçmeye çok yakınız. İklim krizinin ciddiyetini gösteren kritik bir uyarı olarak dikkat çeken tahmine göre önümüzdeki beş yılın en az birinde bu eşiğin aşılma ihtimali yüzde 66 olarak belirtiliyor.

Yakın gelecek için konuya ilişkin tahminlerin çerçevesini oluşturan Küresel Yıllık ve On Yıl Arası İklim Güncellemesi raporuna göre tarihteki kayıtlı en sıcak yıl 2016 yılıydı ve 2023 ile 2027 arasındaki yılların bu rekoru kırma olasılığının yüzde 98 olduğu belirtiliyor. 2023-2027 için beş yıllık ortalamanın son beş yıldan daha yüksek olması ihtimali de aynı olasılığa sahip.

2023 ile 2027 arasındaki en az bir yıl içerisinde küresel yüzeye yakın sıcaklığın sanayi öncesi seviyelerin 1,5°C üzerine çıkma şansı üçte iki olarak bildirilirken, beş yıllık ortalamanın bu sınırı aşmayacağı düşünülüyor. Ayrıca çalışmada, Aralık 2023 ve Şubat 2024 aralığında yeni bir El Niño olayı yaşanmasının beklendiği vurgulanıyor.

Raporun hazırlanmasına liderlik eden Met Office uzman bilim insanı Dr. Leon Hermanson, durumu “Küresel ortalama sıcaklıkların artmaya devam ederek bizi alıştığımız iklimden daha da uzaklaştıracağı tahmin ediliyor" sözleriyle özetliyor.

Dünya Meteoroloji Örgütü Genel Sekreteri Prof. Petteri Taalas da, “Bu rapor, Paris Anlaşması’nda belirtilen ve uzun yıllar boyunca uzun vadeli ısınmayı ifade eden 1,5°C seviyesini kalıcı olarak aşacağımız anlamına gelmiyor. Bununla birlikte, WMO, 1,5°C seviyesini geçici olarak ve artan sıklıkta aşacağımıza dair alarm veriyor” diyor ve devam ediyor: “Önümüzdeki aylarda ısıtıcı bir El Niño’nun gelişmesi bekleniyor ve bu, insan kaynaklı iklim değişikliğiyle birleşerek küresel sıcaklıkları bilinmeyen bir bölgeye itecek. Bunun sağlık, gıda güvenliği, su yönetimi ve çevre için geniş kapsamlı sonuçları olacak. Hazırlıklı olmamız gerekiyor.”

Kuzey Kutbu’ndaki sıcaklık değişimlerinin gezegenin diğer yerlerindeki sıcaklık değişimlerinden üç kat daha yüksek olması ve Endonezya, Amazon ve Orta Amerika’da yağışların azalması söz konusu. Kuzey Avrupa, Alaska ve Sibirya’da ise ortalamanın üzerinde yağış ihtimali artacak.

Paris Anlaşması, ülkelerin küresel sıcaklık artışlarını 1,5 °C ile sınırlamak için “çabaları sürdürmeyi” kabul etmesini sağlamıştı. Eğer dünya on veya yirmi yıl boyunca 1,5 °C'nin üzerinde bir sıcaklık anomalisi yaşarsa, daha uzun ve daha güçlü sıcak hava dalgaları, daha fazla orman yangını, daha yoğun fırtınalar ve daha fazla sel felaketi gibi etkileri ile çok yıkıcı etkilerinin olacağı belirtiliyor