Bu web sitesi, web sitemizde en iyi deneyimi yaşamanızı sağlamak için çerezleri kullanır.
Değerli TÜBİTAK takipçileri,
Haftanın;
TÜBİTAK Kurum Etkinlikleri ve Haberler
TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal’ın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Mesajı
Ülkemizin ve milletimizin gelişmesi, ilerlemesi, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasında, kadınlarımızın dün olduğu gibi bugün ve gelecekte de emekleriyle, fikirleriyle hayatın içinde aktif bir şekilde yer almaları en büyük arzumuz.
Kendilerine eşit fırsat verildiği takdirde kadınlarımız potansiyellerini ortaya koyarak, Tıptan Temel Bilimlere, Kutup Araştırmalarından Uzay Araştırmalarına, Mühendislikten Sosyal ve Beşeri Bilimlere aklınıza gelebilecek her alanda, her kritik görevde katma değer yaratan işlere imza atıyorlar.
Kurtuluş Savaşımızda cephede erkeklerle yan yana duran ve savaş sonrasında da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve her alanda kalkındırılması aşamasında yine katkılarını esirgemeyen kadınlarımızla birlikte güçlü bir millet olmayı hedefledik. Bu sene 100. yıldönümünü kutlayacağımız Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de altını çizdiği gibi, “Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.”
Biz de kuruluşumuzun 60. yıldönümünde, TÜBİTAK olarak, yürütmekte olduğumuz faaliyetlerden faydalanan tüm kurum/kuruluşlar ve araştırmacılara yönelik bilimsel mükemmeliyet ve/veya araştırma kalitesinin teminini gözetmek kaydıyla fırsat eşitliği oluşturulmasına özen gösteriyoruz.
Küresel olarak karşı karşıya kaldığımız karmaşık, dinamik ve değişken sorunların çözümüne getirdiğimiz birlikte çalışma, birlikte geliştirme ve birlikte başarma odaklı yenilikçi yaklaşıma kadın bilim insanlarımızın katkıları büyük önem taşımaktadır.
6 Şubat 2023 tarihinde, Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen ve 11 ilimizi etkileyen, asrın felaketi olarak nitelendirilen depremlerden sonra, TÜBİTAK olarak "1002-C Doğal Afetler Odaklı Saha Çalışması Acil Destek Programı”nı açarak başvuran projeleri 24 saat içinde değerlendirip onayladık. 570’den fazla araştırmacı 124 farklı proje kapsamında sahaya indi. Destek alan araştırmacıların arasında yer alan 100’ün üzerinde kadın araştırmacımız, anında aksiyon alarak, sahaya ulaştılar ve araştırmalarını gerçekleştirdiler.
Gerek bilimsel faaliyetlerde olsun, gerek arama kurtarma faaliyetlerinde ve gerekse lojistik destek sağlamada olsun, kadınlarımız deprem yaralarını sarmak için bir an bile tereddüt etmeden hem sahada hem de bulundukları yerlerde var güçleriyle çalıştılar ve halen çalışmaktalar.
Yakın geçmişte tüm dünyayı etkileyen bir pandemi yaşadık. Orman yangınları, seller, depremler insanlık olarak karşı karşıya kaldığımız felaketlerden bazıları. Bunlara ek olarak iklim krizi kaynaklı iklim göçleri, gıda güvenliği gibi sorunlar da kapıda bekliyor. Tüm bu sorunlar, kadınlarımızın aktif ve öncü katılımları olmadan çözülemez. “Birlikte geliştirme ve birlikte başarma” anlayışıyla, kadınlarımızın da katkılarıyla tüm bu güçlüklerin üstesinden geleceğimize, bilim de dahil olmak üzere kadın elinin değdiği her şeyin güzelleşeceğine yürekten inanıyorum.
Emekleri, yenilikçi fikirleri, çalışma azimleri ve fedakârlıklarıyla dünyamızı daha yaşanabilir hale getiren kadınlarımızın, Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum.
Sahadan Kadın Gözüyle Deprem
Asrın felaketi olarak nitelenen depremlerin yaşandığı 6 Şubat’tan hemen sonra TÜBİTAK’ın “1002-C Doğal Afetler Odaklı Saha Çalışması Acil Destek Programı” kapsamında 570’den fazla araştırmacı 124 farklı proje kapsamında sahaya indi. Sahaya inen araştırmacılar arasında 100’ün üzerinde kadın araştırmacı da vardı. Kadın araştırmacılar, sahadan kadın gözüyle depremi anlattı.
DR. AYNUR DİKBAŞ – JEOLOJİ, İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ-CERRAHPAŞA
“Jeolog olmak, sadece erkeklerin altından kalkabileceği bir meslek olarak görülür. Özellikle saha çalışmalarında kadınların başarı sağlayamayacağı gibi bir ön yargı çok yaygındır. Ben 25 senedir yoğun arazi çalışmalarında bulunuyorum ve bu çalışmalarımı ulusal ve uluslararası bilimsel platformlarda yayımlıyorum. Türkiye’nin yarısından fazlasını arazi çalışmalarım sırasında ziyaret ettim. Bu süreçte şunu fark ettim: Benim yaptığım çalışmalar genç kadın meslektaşlarımda hem de çalıştığım yörelerdeki ailelerde farkındalık oluşturuyor. ‘Bu meslek erkek mesleği’ cümlesini duyarak eğitimine devam eden öğrenciler, daha eğitimleri bitmeden kadın öğretim üyelerinin saha çalışmalarına şahit olup, bu görüşten uzaklaşıyor. İlk başta bir kadının köylerine gelip taşları incelemesini garip bulan yerel halk, sonrasında, benim çalışmalarımın bir amacı olduğunu ve bu amacın onların iyiliği için olduğunu fark edip beni destekliyor.
Bu şekilde çalışmalarıma şahit olup, kızını daha ileri bir eğitim için okula göndermeye karar veren aileler; ya da benim saha çalışmalarımdan cesaretlenerek mesleğe yönelen gençlerin olması beni ayrıca çok gururlandırıyor ve motive ediyor.”
PROF. DR. AZİZE AYOL- ÇEVRE, DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ
“Sahada kadın araştırmacı olmak beni bazen duygusal olarak çok zorluyor açıkçası. Moloz yığınlarından örnek toplarken bazen bir ayakkabı, bazen bir elbise, defterlere alınmış küçük notlar, bebek kıyafetleri, minik çocuk çantaları bunları görünce gözlerim doluyor. Toparlandıktan sonra devam edebiliyorum. Ekibi moral olarak etkilememek için gözyaşlarımı saklamaya çalışıyorum. Ama yaptığımız iş insan ve çevre sağlığını ilgilendiren kutsal bir iş. Sağlıklı su temin etmek, hastalıkların oluşmaması için önlemler almak, depremin yaralarını sarmak, bir daha bu acıların yaşanmaması için elimizden gelen çabayı göstermek. Bunları düşününce de çok mutlu oluyorum. Bölgede çocuklarla konuşmak, insanların birbirine olan sevgisini ve yardımlaşmasını görmek çok güzel gerçekten. Bence bu dünyada çok az yerde yaşanabilecek bir kucaklaşma. Urfa'da erkek öğrenci yurdunda kalırken iki küçük çocukla biraz sohbet ettim ailesiyle birlikte. Bunu orda o çocuklarla birlikte daha net hissettim.”
DR. DERYA DENİZ, İNŞAAT, ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ
“Sahada bir kadın araştırmacı olarak, kadınlarımızın da ülkemizin ilerlemesinde ve bilimde her zaman yer alabileceğini, milletimize ve vatanımıza faydalı olacak çalışmalarda bulunabileceğini göstermenin çok gurur verici bir duygu olduğunu belirtmek isterim. Yaptığımız saha araştırması ile kadınlarımıza ve genç kızlarımıza örnek olup onları da sahada çalışmayı motive ettiğimi umarım. Saha çalışmamızı ve kadın araştırmacıları desteklediği için TÜBİTAK’a teşekkürlerimizi sunarız.”
PROF. DR. EMİNE ÖZMETE- SOSYAL VE BEŞERİ BİLİMLER, ANKARA ÜNİVERSİTESİ
“Deprem, sadece depreme maruz kalan kişileri, aileleri değil, aynı zamanda onların akrabalarını, yakınlarını, sahada hizmet sunan meslek elemanlarını, gönüllüleri, depremi haberler, medya aracılığı ile izleyenleri yani tüm toplumu etkilemiştir. Bu noktada; bir akademisyen, bir kadın olarak deprem bölgesinde psikososyal destek sunmak amacıyla bir çalışma yapmasaydık, kendimi iyi hissetmeyecektim.
Depremden etkilenen çocukların, ergenlerin ve kadınların hayatlarına dokunmak, hayatlarına yön vermek ve bu çalışma kapsamında onlardaki değişimleri görmek önce insan olarak sonra bir profesyonel olarak kendimi iyi hissettirdi. Çalıştığımız çocuklar, ergenler, kadınlar ile güvenilir bağlar kurduk. Sevgi seli ile bölgeden bizi uğurladılar.
Çalışmaya başladığımız ilk gün kimse ile iletişim kurmayan 17 yaşındaki N. Bir süre uzaktan çalışmalarımızı takip etti. Biz de ara ara etkileşim kurmak için girişimlerimize devam ettik. 3. gün bizimle iletişime geçti ve çalışmamız süresince bizden hiç ayrılmadı.
Kadın araştırmacı olarak en çok kadınlara ve genç kızlara örnek olduğumu, kendilerinin de hedeflerine ulaşmak ile ilgili motivasyonlarını artırdığımı gördüm.
Dr. GÜLŞEN UÇARKUŞ-JEOLOJİ, İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
“1999 yılından beri akademik kariyer yapıyorum. Aktif tektonik çalışan biri olduğum için projelerim her zaman saha odaklı oluyor. Yer bilimleri odaklı çalışmak, sahada olmak, fayların doğasını çalışmak beni çok heyecanlandırıyor. ‘Arazi çalışmaları kadın yer bilimciler için daha zor oluyordur’ diye bir algı var ancak bu bence doğru değil. Bugüne kadar çok farklı coğrafyalarda saha çalışması yaptım, buna çöl ortamları ve Antarktika da dahil gemi seferlerinde günlerce kaldım ve bu tecrübeler ufkumu ve saha kabiliyetlerimi geliştirdi. Sanırım karşılaştığım en garip durum, Amerika’da bulunduğum yıllarda çalıştığım araştırma gemisindeki erkek mühendisin güvertedeki aletleri kadın araştırmacılara kullandırmak istememesi idi. Sefer liderimiz bunun çok saçma olduğunu belirterek hepimizin sismik cihazları suya indiren vinçleri kullanmamızı sağladı. Kadın olduğumuz için bize gösterilen ayrımcılık o zaman çok canımı sıkmıştı. Çok nadiren olan böyle bir-iki durum dışında bir kadın araştırmacı olarak işimi keyifle yapmaya devam ediyorum.”
HACER YALNIZ DİLCEN - SOSYAL VE BEŞERİ BİLİMLER, BARTIN ÜNİVERSİTESİ
“Kadın araştırmacı olarak sahada bulunmaktan hem bilimsel hem de manevi anlamda çok büyük doyum aldım. Sahada projenin verisini toplarken sadece gebe ve lohusalarla görüşmekle kalmayıp aynı zamanda bütün kadınlara ve çocuklara destek oldum. Kadınlar onların yanında olduğum için kadın araştırmacı olarak benimle daha rahat iletişime geçtiler. Bundan dolayı yaşadıkları olayları bana detaylıca anlattılar. Kadınların var olan ihtiyaçlarını gidererek, onların değerli olduklarını hissettirmeye çalıştım. Kadınların en çok dile getirdiği şey ‘iyi ki yanımızdasınız, bizi yalnız bırakmadınız, buraya kadar gelmeniz bizi çok mutlu etti’ söylemleriydi. Onlardan bunları duymaktan hem bir ebe araştırmacı olarak hem de bir kadın olarak mutlu oldum.
Karşılaştığım ilginç olaylardan biri beni çok etkiledi. Çadırkentleri dolaşırken veri topladığım kadınlardan bir tanesi benden tüy dökücü krem istedi. Benim için bunu sağlamak çok kolaydı. Fakat bunu ona ulaştırdığımda karşılaştığım tepkiye çok şaşırdım ve çok sevindim. Çünkü onun tepkisi sanki kendisine dünyaları bağışlamışım gibi mutlu oldu ve bana sımsıkı sarıldı. O an bütün yorgunluğum, üzüntüm bir nebze olsa azaldı. Orada olmaktan dolayı bir kez daha iyi ki buradayım dedim.”
HANDE ALBAYRAK-AFET YÖNETİMİ, KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ
Kadın araştırmacı olarak özellikle sahada bulunduğumuz saatlere dikkat ettik ve kalabalık yerlerde bulunmayı tercih ettik. Genelde çadırkentteki görüşme merkezlerinde görüşmeleri gerçekleştirdik. Buna ek olarak kadın araştırmacı olmak, görüşmelerde anlatılanlara toplumsal cinsiyete duyarlı bir perspektiften yaklaşmamızı ve bu sayede önemli bilgiler edinmemizi kolaylaştırdı. Özellikle çadır ve konteyner kentlerde hijyen, beslenme ve bakım konularının yine kadınların sorumluluğunda olduğu dikkatimizi çekti. Bu sorumluluklarından kaynaklı kadınların psikolojik destek çalışmalarına katılmakta dahi zaman bulmakta zorlandıklarını gördük. Bunun yanı sıra sahada iki genç kadın araştırmacı olmanın depremden etkilenen çocuk, genç, kadın, farklı kültürden bireylerle de etkileşimlerimizi kolaylaştırdığını söyleyebiliriz.
MELİKE KALKAN – AFET YÖNETİMİ, UŞAK ÜNİVERSİTESİ
“Proje kapsamında kadın bir araştırmacı olarak sahada olmak öncelikle özgür ve güçlü hissettiriyor. Teorikte öğrendiğim her şeyi uygulamada deneyimlemek ve elde edilen verileri somutlaştırmak kendime olan inancımı artırıyor. Bunun yanında kadın araştırmacının sahadaki verileri kadın gözüyle daha detaycı bir şekilde ele alabildiğini düşünüyorum. Deprem sonrası ülke olarak geçirdiğimiz bu zor günlerde, aynı acıları tekrar yaşamamak adına sahada olarak elimden gelenini en iyisini yapmaya çalışmak beni mutlu ediyor. Toplumun dayattığı cinsiyet ayrımının sahada yok olması ve sadece ürettiğimiz değerler üzerinden topluma katkı sağlamak beni geleceğe umutla bakmamı sağlıyor.“
ARŞ. GÖR. MERVE SANDIKÇIOĞLU - YER BİLİMLERİ, SİİRT ÜNİVERSİTESİ
“Bir kadın olarak sahada bulunmak güçlü hissettiriyor. Ayrıca bu oldukça gurur verici. Her koşulda sahaya çıkan, sabırla ve zevkle isini yapan tüm kadınlarla gurur duyuyoruz.
Sahada özellikle erkeklerle karşılaştığınızda size daha çok yardımcı olmaya çalışıyorlar.”
ARŞ. GÖR. DR. MÜCAHİDE GÖKÇEN GÖKALP – SAĞLIK BİLİMLERİ, AMASYA ÜNİVERSİTESİ
“Kadın araştırmacı olarak sahada bulunarak, engelli depremzede vatandaşlarımızın bir kadın olarak iç dünyalarına inebildik ve onların sesi olmaya gayret ettik. Deprem fırtınası nedeniyle bulundukları durum, ortam fazlasıyla psikolojik yorulmuşlar birilerinin onları dinlemesine dahi ihtiyaç duymuşlar dinleyen duygulara duyarlı bir kadın olunca daha çok kendilerini ifade etmeye istekliydiler.”
DOÇ. DR. MÜGE AKIN - YER BİLİMLERİ VE İNŞAAT, ABDULLAH GÜL ÜNİVERSİTESİ
“Konuya kadın ve erkek araştırmacı olarak bakmamak, kim, ne iş yapıyor ona bakmak lazım. Bir kadın olarak, kadınların araştırma konusunda daha aktif olmalarını her zaman gönülden diliyorum. O nedenle, sahada bulunmak benim için çok önemli. Özellikle genç araştırmacılar için bir rol model olarak çalışmak beni çok mutlu ediyor. Ayrıca çalışmalarımı sahada uygulayabilir ve gözlemleyebiliyor olmak da beni bir hayli motive ediyor. Araştırmacı olarak öncelikle akademik disiplin içerisinde araştırmaya devam etmeye çabalamak oldukça önemli bir başarı olmakla birlikte, motivasyonu düşürmeden her zaman hedeflere bakıp planlamaları güncellemek gerektiğini düşünüyorum.”
PROF. DR. NESLİHAN DALKILIÇ – TARİHİ YAPILAR VE İNŞAAT, DİCLE ÜNİVERSİTESİ
“Kadın araştırmacı olarak sahada bulunmak, özellikle kadınların yaşadığı sıkıntıları daha iyi anlamamıza neden oluyor. Araştırma için gittiğimiz köylerdeki evlerde öncelikle kadınlarla sohbet ediyoruz. Kadınların çaresizliği ve mimar olduğumuz için bizden yıkılan evlerine çözüm bulmamızı istemeleri, bizi en çok üzen durum. Onlara, sadece araştırma amacıyla orada bulunduğumuzu anlatmak çok zor. Özellikle yalnız yaşayan yaşlı kadınlar çok korkmuş durumda. Hasarlı evlerde korkuyla yaşayan insanlar bizi çok üzdü. Biz de elimizden geldiğince onlara yardımcı olmaya çalışıyor hem sorularını cevaplıyor hem de yapılarını güçlendirmeleri için ulaşabilecekleri kurumlar hakkında bilgi veriyoruz.”
NİL AKDEDE – AFET YÖNETİMİ, ATILIM ÜNİVERSİTESİ
“Gönül ister ki ‘kadın araştırmacı’ tanımlaması yerine cinsiyet belirtmeden saha çalışması yürüten her birey ‘araştırmacı’ olarak anılsın. Ancak, saha çalışmasının yürütüldüğü il ve/veya ilçe değiştikçe ‘kadın araştırmacı’ olmak da farklı bir imgeye dönüşüyor; dolayısıyla hissettirdikleri de dönüşüyor. Ne hissettiğim değişse de hissetmek istediğim cinsiyetten bağımsız sadece ‘araştırmacı’ olarak görülmektir.
Çok ilginç olmasa da bir tespitimi dile getirmek isterim: Osmaniye ve Antakya merkezlerinde, kadın afetzedelerin dertlerini, problemlerini ve isteklerini ‘kadın araştırmacılara’ daha kolay dile getirebildikleriydi. Mekân kullanım yaklaşımlarını saptama amacıyla barınma alanlarını (çadırlarını, konteynerlerini veya yaşama birimlerini) rızaları doğrultusunda görme talebimizde de ‘kadın araştırmacılara’ daha ılımlı yaklaştıklarıydı.”
DR. NURGÜL ARSLAN - SAĞLIK BİLİMLERİ, DİCLE ÜNİVERSİTESİ
“Kadın olmaktan ziyade anne olmak beni zorluyor, çocukların beslenememesi, barınamaması ben çok üzmüştür. İlginç durum olarak: sahada bizi gören depremzede bireylerin bizlere olan yaklaşımı. Bizi bir kurtarıcı olarak görmeleri ne yazık ki.”
DR. PINAR DOĞAN - SAĞLIK BİLİMLERİ, İSTANBUL MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ
“Projemiz kapsamında üç kadın araştırmacı ile altı ilimizde incelemelerde bulunduk. Yaşlılarımızı değerlendirip gereksinimlerini belirledik. Ülkemizin içinden geçtiği bu zor dönemde bölge halkı ve ülkemiz için araştırmacı kimliğimiz doğrultusunda katkı sunabilme imkanı bulabilmek bizi memnun etti. Bundan sonraki süreçte de gerek araştırmacı gerekse bir hemşire olarak katkı sunmaya devam edeceğiz.
Saha incelememiz sırasında karşılaştığımız en dikkat çekici şey, geçici barınma alanlarına bulunan her yaştan bireyin maddi ve manevi kayıplarına rağmen gösterdiği metanet ve kendilerine gösterilen büyük ya da küçük ilgiye duydukları mahcubiyetti. Bu metanet ve mahcubiyeti gördüğümde bir kez daha bilgim ve birikimim doğrultusunda bölge için her katkıyı göstermek durumunda olduğumu anladım.”
DR. PINAR SEVİM ELİBOL – ÇEVRE, DÜZCE ÜNİVERSİTESİ
“Deprem bölgesinde olmak hem fiziksel hem de psikolojik açıdan zorlayıcı bir süreçti. Araştırma ekibinin orada bulunma amacı depremzedelerin erişebildikleri su kaynakların su kalitesi parametreleri açısından incelemek olsa da arazi çalışmaları sırasında iletişim kurduğumuz yöre halkı çok farklı izlenimler bıraktı üzerimizde. Bundan sonra hayatlarının nasıl olacağı, nasıl normale döneceği konusunda endişe, umutsuzluk, kaygı ve korku vardı. Diğer bir yanda her şeyini kaybetmiş insanların sahip oldukları en küçük şeyi bile paylaşmaya çalıştıklarını gördük. Bizleri görünce yalnız bırakılmadıklarını, onlar için bir şeyler yapılmaya çalışıldığını görünce bir umut yeşerdi insanların içlerinde. Yaşanmış ve anlatılacak hem trajik hem de mutlu o kadar çok hikayeye denk geldik ki. Depremden 15 dakika önce 5 aylık bebeğini emzirmek için kalkıp, 15 dakika sonra bebeğini içinden aldığı beşiğin üzerine duvarın yıkılması ve ailesi birlikte dışarı sağ çıkmış olmasını anlatırken, gözlerindeki sevincin olması fakat dışarda yas tutan insanlardan utandığı için bu sevinci içinde tutmaya çalışması beni en çok etkileyen hikayelerden biriydi. Bir diğeri ise numune toplama sırasında bize eşlik eden görevli arkadaşlardan biri. İkindi namazına yakın müsaade istedi, biri 22 diğeri 24 yaşında olan iki yeğeni vefat etmiş, cenazelerine gidiyordu. O acıya, yasa rağmen bizlere yardım etmek için bizimle dolaştı ve tüm alçak gönüllüğü ile cenazesini kaldırmak için izin istedi. Gördüklerimiz, hüzün, yas, sevinç tüm duygular iç içe ve herkes diğerini incitmemek için içinde yaşamaya çalışıyor, üzüntüsünü de sevincini de.”
DR. SEDEF KOCAKAPLAN – SİSMOLOJİ VE İNŞAAT, BURSA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
“Bu çalışmada sahada bulunarak meydana gelen hasarları incelemek ve ileride depreme dayanıklı yapı tasarımını daha da geliştirme görevini kadın bir mühendis olarak gerçekleştirmek gelecek nesiller için faydalı olmak ve özellikle kadın mühendis/araştırmacı olacak olan kız öğrencilerimize örnek olmak için çalıştığımızı hissettirdi. Bunun için TÜBİTAK' a tekrar teşekkür ederiz.”
SELCEN UZUN DURAN – YER BİLİMLERİ, KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
“Orada bulunmak ve bizzat sahayı görmek insanı derinden etkiliyor. Binaların, insanların, şehirlerin yaşadığı bu tarif edilemez felakete şahit olmak kadın bir araştırmacı olmaktan ziyade bir insan olarak beni oldukça derinden etkiledi. Daha fazla ne yapabilirim diye düşünüyorsun, kötü hissetmeyi bile kendine fazla görüp, orada yaşayanların yanında ben ne yaşadın ki diye düşünüyorsun. Araştırma sürecinde her türlü imkânımız bulunmasına rağmen gene de zorlanmış olmamız ve oradaki koşullara şahit olmak insanı kendi haline şükretmeye yönlendiriyor.”
PROF. DR. SEMİYHA TUNCEL - SOSYAL VE BEŞERİ BİLİMLER, ANKARA ÜNİVERSİTESİ
“Deprem olduğu andan itibaren bir şekilde o bölgede olmam gerektiğini biliyordum. Ama sahadaki mevcut durumun vahameti nedeni ile oradaki işleyişi aksatmadan hangi pozisyonda orada olmam konusunda TÜBİTAK çağrısı bana yol gösterdi. 20-25 Şubat tarihleri arasında 5 kişilik ekip olarak sırasıyla; Gaziantep, İslahiye, Nurdağı, Pazarcık, Kahramanmaraş, Besni, Adıyaman, Gölbaşı ve Şanlıurfa’da kurulan çadır kentlerde proje kapsamında saha çalışmaları için bulunduk.
Gaziantep merkezindeki Masal Park çadır kampında kendi durumunun farkında bile olmadan depremden bugüne konuşmayan 7 yaşındaki oğlu için çırpınan annenin gözyaşları; İslahiye Atatürk Stadyumu çadır kampındaki çocuklarına yaprak sarması yapmış ve onu pişirmek için benden tüp isteyen teyzem; Nurdağı Büyük Şehir Parkında her şeyini kaybetmiş, hayatta kalan evladı gülsün diye oğluyla tiyatro seyredip ağlarken gülen analar; Pazarcık Aksu Spor Stadyumunda ‘düğün hazırlığım vardı abla tüm çeyizim hazırdı sabah bir kalktık her şey bitmiş bir biz vardık, olsun biz varız biz yine yaparız’ diyen güzel kardeşim; Kahramanmaraş 12 Şubat Stadyumu çadır kampında ‘iki oğlumu çıkardım, annem yatağa bağımlıydı onu alamadım, göçük altından çıkarttık ama kaybettim, o benim hayattaki tek dayanağımdı. Şimdi eksiğim ben onsuzluk nedir hiç bilmem, onsuz nasıl yaşanır hiç bilmem. Ama artık evlatlarım için hayata tutunmalıyım, ayakta durmalıyım çünkü ben ANNEYİM’ diyen H….; Adıyaman Merkez Hısni Mansur Caddesindeki çadır kampında bulgur pilavı ve fasulye vardı yemekte. Çocuklardan biri annesinin kulağına eğildi ve bir şeyler sordu. Annenin cevabından anladım çünkü anne ne cevap vereceğini bilemedi. “beyaz pilav istiyorum ne zaman yiyeceğim demişti. Çocuğuna beyaz (pirinç) pilavı ne zaman yedireceğini bilemeyen ama ona “ BU GÜNLER BİTECEK EVİMİZE GİDECEĞİZ, HERŞEY DÜZELECEK” diyen ANNE/KADIN dirayeti.
İyi ki oraya gittim, hiç tanımadığım yavrular sevgiyle kucakladılar, ‘biz buradan kaçıyoruz siz bizim için mi geldiniz’ deyip bizleri bağrına basan yüce yürekler…”
TUĞBA BİLGEHAN- SAĞLIK BİLİMLERİ, ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ
“6 Şubat 2023 itibariyle kalbimiz deprem bölgesinde attı. Deprem bölgesine gidip hizmet vermeyi dilerken çevremizde kadın olarak orada olmanın zorluklarını dile getiren yüzlerce ses oldu. Umudumuzu yitirmedik, gönülden istedik ve TÜBİTAK projemizi onayladı. Projemiz kabul aldığında deprem bölgesine gidecek üç kadın olarak ulaşım, barınma, güvenliğin sağlanması gibi kaygılarımız vardı. Deprem bölgesine gitmeden daha önce deprem bölgesinde bulunan kadın araştırmacılarla iletişim kurarak önerileri doğrultusunda hazırlıklarımızı yaptık. Projede hemşirelikte farklı uzmanlık alanına sahip üç kadın araştırmacı olarak yer aldık. Bu doğrultuda depremzede bireylere çalışmamızın dışında yaşadıkları sağlık sorunlarında destek sağlayarak müdahale gerektiği durumlarda sağlık çadırına yönlendirme yaptık. Deprem bölgesinde hemşire kadın saha araştırmacısı olarak yer almak bize yeni mesleki tecrübeler katmasının yanında şükür, dua ve teslimiyeti öğretti. Bir anne olarak çocuklarımızdan bir an bile ayrı kalmayı kabul edemezken ayrı geçirdiğimiz 11 günde yüzlerce çocuğa dokunmanın verdiği manevi doyumla güçlendik.
Deprem sonrası 16. günde sahada olmamıza rağmen kadın erkek, genç yaşlı pek çok kişi tarafından ‘ilk kez duygularını paylaştığı’ kişilerin bizler olduğunu ifade ettiler. Bizimle ağladılar, güldüler ve sarılarak ayrıldık. Çünkü sahada kadın araştırmacı olmak umut, emek, sevgi, paylaşım, gelecek… Özetle her şeydir!”
DR. TUBA EROĞLU AZAK – İNŞAAT, MİLLİ SAVUNMA ÜNİVERSİTESİ
“Yaşanan iki büyük depremin ve çok sayıda artçıların sonrasında inşaat mühendisi olarak saha çalışması yapmak bilimsel açıdan çok kıymetli. Sahada yaptığımız tespitler Türkiye’deki bina stokunun kırılganlığının gerçekçi bir şekilde belirlenmesine büyük katkı sunacaktır. Kadın araştırmacı olarak sahada olmak ve araştırmalarımızı engelsiz bir şekilde yürütebilmek Türkiye’de bilimin herhangi bir kalıba girmeden, cinsiyet ayrımı olmadan yapıldığının en somut göstergesi. Sahada yaptığımız çalışmalar sırasında depremden etkilenen insanları dinlemek ve sorularına uzmanlık alanımız dahilinde cevap verebilmek bilim insanları olarak sorumluluğumuz diye düşünüyorum. Türkiye’nin en köklü kurumlarından biri olan TÜBİTAK’a bize sunduğu destek ve imkanlar için çok teşekkür ederiz.”
DR. TUBA TATAR - İNŞAAT, SAKARYA ÜNİVERSİTESİ
“Sadece kadın olarak değil bu ülkenin vatandaşı olarak bu zor zamanda sahada bölge insanıyla beraber omuz omuza olmak ve yaraların sarılmasına en iyi bildiğim işi yaparak yardımcı olmak benim için çok değerli. Bunu vazife olarak addediyorum.”
“Biz gelecekte bu fayların ne zaman kırılacağıyla ilgili bilgi toplamak için geçmişini araştırıyoruz”
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hasan Sözbilir, Kahramanmaraş merkezli depremlerde 15 günde 7 fayın kırılmasının dünyada pek gözlenen bir durum olmadığını belirterek, "Bu şekilde baktığımızda son 500 yıldaki en büyük deprem olduğunu söyleyebiliyoruz." dedi.
Prof. Dr. Sözbilir, Elazığ Fırat Üniversitesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi ve Afyon Kocatepe Üniversitesi, AFAD ve TÜBİTAK ekipleriyle 6 ve 20 Şubat'ta yaşanan depremlerin ardından bölgede çalışma yaptıklarını hatırlattı. Depremin hemen ardından sahadan veri topladıklarını ifade eden Sözbilir, ilk günden itibaren de yaptıkları gözlemlerde fay hatlarını incelediklerini dile getirdi.
Şu ana kadar söz konusu 485 faydan sadece 200'ünün kesilip inceleme ve araştırma yapılabildiğine işaret eden Prof. Dr. Sözbilir, şöyle konuştu: "Bizim jeolojideki tabirimizle sahada at kuyruğuna benzer bir saçaklanma gözlenir. Bu gerilim bu faylara dağıtılıyor. Biz gelecekte bu fayların ne zaman kırılacağıyla ilgili bilgi toplamak için geçmişini araştırıyoruz. Fayın üzerinde geçmiş dönemde ürettiği depremle ilgili bilgi almak için hendek açıyoruz. Hendeğin içinde geçmiş depremleri görebiliyoruz. Böylelikle geçmişte kaç deprem olmuş, hangi aralıklarda olmuş, en son deprem ne zaman olmuş bunlara bakabiliyoruz."
Prof. Dr. Sözbilir, merkez üssü Kahramanmaraş'ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan ve 11 ili etkileyen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin ardından bazı noktaların 7 metreye kadar kalıcı olarak yer değiştirdiğini kaydetti.
“Yapılar yetersiz taşıyıcı sistem, niteliksiz malzeme ve işçilikle inşa edilmeleri nedeniyle hasar gördü”
Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen Hatay'daki kültür varlığı yapılarını inceleyen İstanbul Üniversitesi (İÜ) Mimarlık Fakültesi akademisyenleri, yapıların fay hattına yakınlığı ve zeminin uygun olmamasının yanı sıra yetersiz taşıyıcı sistem, niteliksiz malzeme ve işçilikle inşa edilmeleri nedeniyle hasar gördüklerini tespit etti.
Kahramanmaraş'ta 6 Şubat'ta meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin ardından Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), üniversitelerin veri amacıyla saha çalışması yürütmesi için TÜBİTAK 1002-C Doğal Afetler Odaklı Saha Çalışması Acil Destek Programı'nı hayata geçirdi. İÜ Mimarlık Fakültesi akademisyenleri, program kapsamında hazırladıkları "Hatay İlindeki Kültür Varlığı Yapıların 6 Şubat 2023 Depremi Sonrasındaki Yapısal Durumlarının Tespiti" başlıklı proje önerisinin kabul edilmesiyle çalışmalarına başladı.
Dekan Prof. Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller'in yürütücülüğünü üstlendiği proje kapsamında, aralarında mimar, mühendis ve şehir plancısının da olduğu fakülte öğretim üyeleri Doç. Dr. Cemil Akçay, Dr. Öğr. Üyesi Selahattin Ersoy ve Dr. Öğr. Üyesi Mete Başar Baypınar bölgeye gitti.
Hatay'ın Antakya, İskenderun ve Payas ilçeleri ile Mersin'in Tarsus ilçesi ve Adana'da 4 gün çalışma yapan ekip, kültür varlığı binalar ile kentsel sit alanında depremle oluşan hasarların nedenlerini araştırdı ve hasar mekanizmalarının analizini yaptı. Projeyle elde edilen bilgilerle hasar gören yapıların restorasyon süreçlerinde müdahale kararlarının daha sağlıklı alınması hedefleniyor.
"Faydan uzaklaştıkça deformasyon miktarlarının azaldığını gözlemledik"
Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Deprem Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Prof. Dr. İbrahim Tiryakioğlu, TÜBİTAK desteğiyle beraberindeki akademisyenlerle çalışma yürüttüğü 6 Şubat'taki Kahramanmaraş merkezli depremlerin yer kabuğunda oluşturduğu tahribatın ilk verilerini değerlendirdi.
Ölçümlerin fay üzerinde ve farklı noktalarda yapıldığına değinen Tiryakioğlu, şöyle konuştu: "Depremin etki alanının sadece binalarla tahribat olarak değil, yer kabuğundaki değişimleriyle de inceleyebiliyoruz. İlk izlenim olarak da 4,5 metreye kadar olan atımlar, Türkiye'deki sabit GPS istasyonlarında hesaplanmıştı. Bizim bölgede yaptığımız çalışmalarda ise kendi noktalarımızda Kahramanmaraş'ta 3,5 metrelik atımları hesapladık. Bunlar sol yana atımlı faylar olduğu için karşı noktalarda benzer deformasyonları gördük. Bununla beraber faydan uzaklaştıkça deformasyon miktarlarının azaldığını gözlemledik.
Bu verilerle elde edecekleri modellemelerle de depremlerin etki alanı parametrelerini ortaya çıkaracaklarını anlatan Tiryakioğlu, "Bu yönde çalışmalarımızı tek bir disiplin altında yürütmüyoruz. Yer bilimleri platformundaki sonuçlar, Harita, Jeoloji ve Jeofizik Mühendisliğinin birlikte yorumlanmasıyla ortaya çıkacak." dedi. Tiryakioğlu, deprem bölgesindeki bazı 30 metrelik büyük çaplı yüzey bozulmalarının lokal olduğunu belirterek kendilerinin ise fay hareketine göre yorum yaptığını dile getirdi. Bilimin ışığında elde edilen verilerle "Ne zaman deprem olacak?" yerine Türkiye'nin yapı stoku üzerine yönelmek gerektiğine dikkati çeken Tiryakioğlu, "Rapor çerçevesinde Doğu Anadolu Fay Hattı'ndan elde ettiğimiz sismolojik, jeolojik ve jeodezik verilerle 'yarı elastik uzay modelleme yöntemleri' kullanarak fayın kırılma mekanizmasını modelleyeceğiz. Bu biraz zaman alacak. Çünkü, bölgede depremler devam ediyor." ifadesini kullandı.
"Sosyal iyileşme sürecini bilimsel kanıtlarla gözlemleyebiliyoruz"
Ankara Üniversitesi (AÜ) Psikososyal Destek Çalışma Grubu, 6 Şubat'ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerden etkilenen vatandaşların, afetin yol açtığı travmaları atlatıp sosyal hayata sağlıklı şekilde yeniden katılımlarını sağlayacak çalışmalar gerçekleştiriyor. AÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Emine Özmete'nin saha başkanlığında çalışan 32 kişilik ekip, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı koordinasyonu, AFAD desteğiyle ve "TÜBİTAK 1002-C Doğal Afetler Odaklı Saha Çalışması Acil Destek Programı" kapsamında görev yapıyor.
Yaklaşık 10 gündür Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesinde bulunan ve "vaka-buluculuk" sistemi oluşturan ekip, Kümbet, Gariplik ve Cumhuriyet mahalleleri ile konteyner kentler, Millet Bahçesi ve Pınarbaşı çadır kentinde aileleri ziyaret etti. Afetzedelerin, yaşadıkları duygusal zorluklarla başa çıkma kapasitesini güçlendirmek için yürütülen çalışma doğrultusunda çocuk, ergen ve kadın grupları oluşturan ekip, her gün belirli saatlerde ve konular üzerinde, çeşitli müdahale yöntemleri kullanarak çalışmalarını yürütüyor. Gerekli durumlarda kişilerin tıp hizmeti almalarını ve kurumsal kaynaklarla buluşmasını sağlayan ekip, çalışmalarını günlük olarak resmi kurumların görevlilerine rapor ediyor. Bu bilgiler, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı psikososyal destek verilerine dahil ediliyor.
Prof. Dr. Emine Özmete, depremi yaşayan çok sayıda insanın psikoloji olarak etkilendiğini ve olağanüstü duruma olağan tepkiler verdiğini belirtti. İnsanların yakınlarını ve yıllardır emek verdikleri mallarını kaybettiğine değinen Özmete, "İlk başta yaşam hakkının korunması, arama ve kurtarma çalışmaları önemliyken, sonraki aşamada barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçların karşılanması. Şimdi acıları azaltmak üzere psikososyal destek çalışması aşamasına gelindi. Biz de bu aşamada destek hizmetine başladık." dedi. Özmete, çalışmalarının sonuçlarını gün geçtikçe almaya başladıklarını anlatarak, "Örneğin üçüncü gün grup çalışmasına katılan kadınlar, 'artık uyuyabiliyorum' diye geldiler. İlk gün hiç iletişim kuramayan ergenlerimiz, kendileri gruplarımıza dahil oluyorlar. Aralarındaki sosyal etkileşim de arttı. Sosyal iyileşme sürecini bilimsel kanıtlarla gözlemleyebiliyoruz." diye konuştu. Özmete, bir kişiyle birçok kez görüşmede bulunduklarını vurgulayarak, yaklaşık 550 hanede 3 bin kişiye ulaştıklarını, konuyu detaylı şekilde raporlayıp ilgili kurumlarla paylaşacaklarını sözlerine ekledi.
"Bilime kulak vererek güvende olmayı başarabiliriz"
Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından bölgedeki bilimsel çalışmalarını tamamlayan Bartın Üniversitesi (BARÜ) akademisyenleri, çevrim içi toplantıda yaşanan yapısal değişikliklerle ilgili bilgi verdi. Üniversiteden yapılan açıklamaya göre, BARÜ bilim insanları, "asrın felaketi" olarak nitelendirilen depremlerin ardından bölgedeki çalışmalarını tamamladı. TÜBİTAK'ın "1002-C Doğal Afetler Odaklı Saha Çalışması Acil Destek Projesi" kapsamında 5 ayrı çalışmada yer alan akademisyenler, bölgeyi mühendislik ve sağlık alanlarında mercek altına aldı. Bu kapsamda BARÜ Mühendislik, Mimarlık ve Tasarım Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü öğretim elemanları Doç. Dr. Selçuk Baş ile Arş. Gör. Yaşar Erbaş, yapı ve zemin hasarları, yapı dinamiği ve deprem davranışı gibi konularda saha araştırmalarını aktardı.
Çevrim içi toplantıda söz alan Doç. Dr. Baş, uzun soluklu araştırmayla bölgedeki otoyollar ve devlet ana yollarındaki köprülerin hasar tespitlerini ve yapısal değerlendirmelerini yaptıklarını bildirdi. Depremlerden etkilenen binalardaki hasar durumu konusunda araştırmalar yaptıklarını aktaran Baş, "Depreme dayanıklı yapıların bir felsefesi var. Bu felsefe, depremin şiddeti ne olursa olsun can kaybının olmamasıdır. Yapısal hasarlar depremin büyüklüğüne göre değişebilir ancak temel konu can kayıplarının yaşanmaması olmalıdır. Depreme dayanıklı yapısal tasarım ilkelerine uyarak ve bilime kulak vererek güvende olmayı başarabiliriz." ifadelerini kullandı. Erbaş ise bölgede yaşanan gerçeği hiçbir zaman unutmamaları gerektiğini belirterek, "Yıkılan binalardaki insan kusurları net şekilde görülmüş ve raporlanmıştır. Bunun yanında teknik planlamalarda ve malzeme kullanımlarındaki eksiklikleri de tespit ettik. Yapılar oluşturulurken temel prensiplerden hiçbir zaman ödün verilmemesi gerekmektedir." değerlendirmesinde bulundu. Afet bölgesindeki yapılara dair fotoğrafların da gösterildiği çevrim içi konferans, soru cevap kısmının ardından sona erdi. Proje kapsamında yapılan çalışmalarla ilgili raporların gelecek günlerde kamuoyuyla paylaşılacağı bildirildi.
"Kahramanmaraş ile Kocaeli'nde yaptığımız değerleri karşılaştırdık"
Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) ve Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) tarafından yapılan araştırmada, 6 Şubat'taki depremlerin merkez üssü Kahramanmaraş'ta radon gazı seviyesinin normaline göre 4 kat arttığı tespit edildi. Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından YTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi Biyomedikal Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç. Dr. Osman Günay ile KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Caner Yalçın, "Deprem Sonrası Radon Gaz Konsantrasyonlarının Belirlenmesi" projesi TÜBİTAK 1002-C Doğal Afetler Odaklı Saha Çalışması Acil Destek Programı'ndan destek aldı.
Radyoaktif maddelerin bozulması sonucunda radon gazının açığa çıktığını belirten Günay, "Radon gazı toprak olan her noktada var. Çünkü toprağın yapısında uranyum, toryum, potasyum bulunuyor. Bunlar ise bozularak radon gazını oluşturuyorlar." diye konuştu.
Artçıların devam etmesi nedeniyle toprakta açılımların sürdüğünü söyleyen Günay, bu nedenle rodan gazının yukarıya doğru çıkmaya devam edeceğini belirtti. Doç. Dr. Günay, radon gazının açık havada olmasının insana bir zararı olmadığını anlatarak, "Radon gazı bina içerisinde etkili oluyor. Çünkü topraktan binaya sızıyor. Bu çok hafif bir gaz olduğu için binadaki çatlaklardan veya çok küçük kılcallıklardan bile yukarıya çıkabiliyor. Zemin katta, daha alt katta bulunanlara evlerini havalandırmasını tavsiye ediyoruz. Ayrıca vatandaşların radon gazı için açık havada maske takmasına gerek yok." ifadelerini kullandı. Projedeki amaçlarından bir tanesinin depremi önceden tespit edebilmeye yönelik olduğunu vurgulayan Günay, sözlerini şöyle tamamladı: "Depremin önceden tespit edilmesine yönelik birçok çalışma yapılmakta. Günümüzdeki bilgi ve teknolojiyle, depremi tam olarak belirleyemiyoruz ama her bir araştırmacı, her bir bilim insanı bunun üzerine gittiği takdirde mutlaka bazı veriler elde edilerek depremin önceden tespiti mümkün olabilir. Deprem ve radon gazıyla ilgili yapılmış birçok çalışma var. Bu çalışmalar 1966 Taşkent depremiyle başlıyor. Orada depremden önce radon gazının artışına yönelik bilimsel çalışma var. Ondan sonra yapılan birçok çalışmada depremden önce radon gazının çıktığına yönelik. Biz de bundan sonraki çalışmalarımızı özellikle Marmara Bölgesi'nde yapmayı düşünüyoruz."
"Mevcut Hasar Durumunu Haritalandırdık"
Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat'ta meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerden etkilenen Malatya ve Adana'da, yıkılmış ve hasarlı yapıların olduğu bölgenin haritası çıkarıldı. Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Dr. Öğr. Üyesi Fatih Adıgüzel, İskenderun Teknik Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Efdal Kaya, Fırat Üniversitesi Coğrafya Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Aşır Yüksel Kaya, BEÜ öğretim görevlileri Aslı Deniz Adıgüzel ve Ahmet Şahap, TÜBİTAK'ın desteklediği "1002-C Doğal Afetler Odaklı Saha Çalışması Acil Destek Programı" kapsamında Adana ve Malatya'da depremde yıkılan ve hasar gören binaların olduğu bölgelerde çalışma yürüttü. Yıkılan ve hasar gören binalarla ilgili Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlükleri ve belediyelerin verilerinden faydalanan akademisyenler, binaların koordinatlarını coğrafi bilgi sistemine girerek haritalar oluşturdu. Akademisyenler, bu haritaları web ortamına aktararak TÜBİTAK'ın onayına sundu. Haritaların yer aldığı internet sitesi, TÜBİTAK'ın onaylamasının ardından erişime açacak.
Adıgüzel, şunları kaydetti: "Yıkılan binaları kendimiz tespit edebiliyoruz. Hasarlı binaları Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlükleri ve belediye yetkilileri belirliyor. Biz de ekiplerin tespitlerini haritaya aktardık ve sonra Adana'ya gittik. Orada da sahaya çıkıp yıkılan 12 binanın koordinatlarını girerek haritaya ekledik ve web ortamına yükledik. Bu haritalandırma ile aslında bir nevi şehrin röntgenini çekmiş olduk. Kağıt üzerinde şehirde nerelerde hasarın durumunu ve kaç binanın yıkıldığını görebiliriz ama harita üzerinde kentin nerelerinde hasar daha çok, nereler çok yıkılmış bunu tespit edebiliriz. Bu, sonraki çalışmalarda bize çok önemli şeyler kazandıracak. Örneğin, jeolojik olarak zemin özelliklerine, binanın faya uzaklığına bakarak şunlara karar verebiliyoruz. Zemini kötü yerlere bina yapılmış ya da zemin iyi, bina malzemesi kötü diyebiliyoruz. Bunların tespitini harita üzerinden yapabiliyoruz. Bize gelecekle ilgili projeksiyon oluyor bu haritalar." Çalışmanın bölge hakkında daha net bilgi verdiğini belirten Adıgüzel, "Çalışmamızla depremin etkisini net şekilde görebiliyoruz. Bu, bize müdahale edebilmede büyük bir hız sağlayabiliyor. Bunların yanı sıra daha hızlı olan bir durum var, o da uydu görüntüleridir. Yani sahaya gitmeden yıkılan binaları tespit etme özelliği. Deprem öncesi ve sonrası uydu görüntüsüne bakarak sağlam ve yıkılan binaları tespit edebiliyoruz." diye konuştu.
“EAGÜ’lerde Genç İnsan Kaynağının Geliştirilmesine Yönelik Ortaklaşa Çalışmaların Devam Etmesini Önemsiyoruz”
TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenen 5. Birleşmiş Milletler (BM) En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı’na katıldı. Prof. Dr. Mandal, “En Az Gelişmiş Ülkelerin Sürdürülebilir Kalkınması İçin Bilim, Teknoloji ve Yeniliğin Gücünden Yararlanmak” başlıklı yüksek düzeyli yuvarlak masa toplantısında yönlendirici tartışmacı olarak; “Teknoloji Transferi ve STI Kapasitesinin Geliştirilmesi İçin Yenilikçi Ortaklıklar” toplantısında ise panelist olarak yer aldı.
Prof. Dr. Mandal, yönlendirici tartışmacı olarak yer aldığı “En Az Gelişmiş Ülkelerin Sürdürülebilir Kalkınması için Bilim, Teknoloji ve Yeniliğin Gücünden Yararlanmak” başlıklı yüksek düzeyli yuvarlak masa toplantısında, daha sürdürülebilir bir gelecek için En Az Gelişmiş Ülkelerin (EAGÜ) geliştirilmesinde genç insan kaynağının ve bunların becerilerinin artırılmasının kritik bir öneme sahip olduğunu belirtti. Prof. Dr. Mandal, “Bu kapsamda TÜBİTAK olarak ev sahipliğini yaptığımız başta BM Teknoloji Bankası olmak üzere farklı kurumlarla iş birlikleri gerçekleştirerek ortaya çıkardığımız projeler hakkında konuştuk. EAGÜ’lerin sürdürülebilir gelişimleri için bu ülkelerin genç insan kaynaklarını yetiştirmeye yönelik ortaklaşa çalışmaların devam etmesini önemsiyoruz” diye konuştu.
EAGÜ’lerin gelişmesi, yenilikçi ortaklıklar ve farklı sektörlerden paydaşlarla mümkün
Prof. Dr. Mandal, BM 5. En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı’nın ikinci gününde Birleşmiş Milletler En Az Gelişmiş Ülkeler İçin Teknoloji Bankası (United Nations Technology Bank for the Least Developed Countries- UNTBLDC) tarafından düzenlenen “Teknoloji Transferi ve STI Kapasitesinin Geliştirilmesi için Yenilikçi Ortaklıklar” toplantısında” panelist olarak yer aldı.
ICGEB Direktörü Dr. Lawrence BANKS ve TWAS – The World Academy of Sciences Direktörü Prof. Dr. Romain Murenzi ile birlikte araştırma ve teknoloji transferinin güçlendirilmesi ile ilgili görüşlerini paylaştıklarını ifade eden Prof. Dr. Mandal, “TÜBİTAK’ın iş birliklerine ve projelerine atıfta bulunarak EAGÜ'lerin verimli teknoloji transferi ve STI kapasitelerinin geliştirilmesi için yenilikçi ortaklıkların önemini vurguladık. Bu kapsamda TÜBİTAK olarak başta BM Teknoloji Bankası (UNTBLDC) olmak üzere farklı kurumlarla iş birliklerimiz ve ortak projelerimiz hakkında bilgi verdik. EAGÜ’lerin gelişmesinde en önemli hususlardan biri olan verimli teknoloji transferinin ve kapasite gelişiminin ancak yenilikçi ortaklıklar ve farklı sektörlerden paydaşlarla mümkün olacağına inanıyoruz” dedi.
Mandal, temasları kapsamında Uluslararası Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi (ICGEB) Direktörü Dr. Lawrence Banks ve UNTBLDC Direktörü Dr. Taffare Tesfachew ile bir araya gelerek ülkemizde kurulacak ICGEB RRC Bölgesel Araştırma Merkezi kapsamında iş birliklerini de değerlendirdi.
YEDİNCİ ULUSAL ANTARKTİKA BİLİM SEFERİ BAŞARIYLA TAMAMLANDI
Seferde yer bilimlerinden yaşam bilimlerine, fiziki bilimlerden sosyal-beşeri bilimlere kadar birçok araştırma, 18 proje kapsamında yürütüldü
Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılında, Yedinci Ulusal Antarktika Bilim Seferi (TAE VII) Cumhurbaşkanlığı himayelerinde, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı uhdesinde, TÜBİTAK MAM Kutup Araştırmaları Enstitüsü koordinasyonunda ve Prof. Dr. Burcu Özsoy’un sefer koordinatörlüğünde 30 Ocak - 4 Mart 2023 tarihleri arasında başarı ile tamamlandı.
Seferde saha çalışmasında yer alan 19 kişilik araştırma ekibi İstanbul Havalimanı’ndan başlayarak önce Güney Amerika Kıtasına oradan da Antarktika Kıtası’nın en kuzeyindeki King George Adası’na 4 farklı uçak ile yaklaşık 15 bin kilometre yol kat ederek ulaştı. Adaya vardıktan sonra 80 metrelik Betanzos isimli gemiye geçen ekip, 2 Mart tarihine kadar gemi ile Güney Okyanusu içerisinde Antarktika Yarımadası’nın batı kıyılarında seyir gerçekleştirdi. Ekip, Horseshoe Adası’nda Türk Bilimsel Araştırma Kampı’nda yaptığı çalışmaların yanı sıra Dismal Adası ve King George Adası’nda da bilimsel çalışmalar gerçekleştirdi. Livingston ve Greenwich adaları gibi farklı bölgelere de uğrayan ekip, toplamda 8 farklı yabancı bilim istasyonunu da ziyaret ederek, ikili iş birlikleri kapsamında çalışmalar gerçekleştirdi.
Sefer boyunca gündüzleri 0 derece ortalama sıcaklıkta çalışma fırsatı bulan ekip, küresel iklim değişikliği başta olmak üzere birçok araştırma konusunda farklı veriler topladı. Sefer başlangıcında Türkiye Cumhuriyeti Santiago Büyükelçisi ve Sefer koordinatörü de ekibe Antarktika’da eşlik etti ve uluslararası temaslarda bulunarak ülkemizin kutup çalışmalarının dünyaya tanıtılmasında ve ikili iş birliklerinin arttırılmasında önemli rol oynadı. Ayrıca sefere bu yıl ilk kez 2204-C Lise Öğrencileri Kutup Araştırma Projeleri yarışması kapsamında birinci olan ekibin üç öğrencisi de katılarak projelerini Antarktika’da uygulama fırsatı elde ettiler.
Kıtadaki GNSS(Konum Belirleme Sistemi) ve meteorolojiden oluşan 4 otomatik veri istasyonunun da bakım ve tutum çalışmaları gerçekleştirildi ve kış koşullarına hazırlandı. 3 modülden oluşan Türk Bilimsel Araştırma Kampı’nın da bakımı yapılarak bir modüle yeni güneş panelleri bağlantısı gerçekleştirildi. Seferde yer bilimlerinden yaşam bilimlerine, fiziki bilimlerden sosyal-beşeri bilimlere kadar birçok araştırma, 18 proje kapsamında yürütüldü. Kıtadan alınan buz, su, kar, kayaç, yosun, liken gibi birçok bilimsel örnek Türkiye’deki araştırma laboratuvarlarına incelenmek üzere getirildi.
Ayrıca Milli mücadelemizin en büyük sembolü İstiklal Marşı, 7. Ulusal Antarktika Bilim Seferi'ne katılan araştırma ekibi tarafından Beyaz Kıta Antarktika’da yankılandı. Video için tıklayın: https://twitter.com/Tubitak/status/1634877360477466624
TÜBİTAK Girişimcilere bugüne kadar 1 milyar 53 milyon 446 bin liralık destek sağladı
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), girişimcilere sunduğu mentorluk, ticarileşme ve markalaşma gibi hizmetlerin yanında, geliştirdiği çeşitli programlar yoluyla bugüne kadar 1 milyar 53 milyon 446 bin liralık destek sağladı.
Kurum, Türkiye'nin girişimcilik ekosisteminin gelişebilmesi için Sanayi AR-GE Destek Programı, KOBİ AR-GE Başlangıç Destek Programı, Bireysel Genç Girişim (BiGG) adıyla da anılan Girişimcilik Destek Programı, Yenilik Girişimcilik Alanlarında Kapasite Artırılmasına Yönelik Destek Programı, Küresel Temiz Teknolojiler Girişimcilik Programı (GCIP), İnovasyonun Liderleri Burs (Leaders in Innovation Fellowships) Programı ile Kadın İşletmelerine Finansman ve Danışmanlık Desteği Programı gibi pek çok program geliştirdi. Söz konusu programlar arasında destek tutarlarıyla dikkati çeken Girişimcilik Destek Programı kapsamında, 2012 yılından bu yana 2 bin 137 girişimciye 1 milyar 19 milyon lira destek aktarıldı. Yenilik Girişimcilik Alanlarında Kapasite Artırılmasına Yönelik Destek Programı'nın 2019'da açılan ilk BiGG+KOBİ Mentor Arayüz Çağrısı çerçevesinde, bütçe üst sınırı 750 bin lira olarak belirlendi. Bu kapsamda, 7 milyon 565 bin lira toplam bütçe ile 11 ara yüz kuruluşunun desteklenmesine karar verildi. 2022 yılı çağrısı kapsamında ise bütçe üst sınırı 2 milyon 500 bin lira olurken toplam 26 milyon 881 bin lira bütçe ile 20 başvurunun desteklenmesi uygun bulundu. Böylece, TÜBİTAK geliştirdiği çeşitli programlar aracılığıyla, girişimcilere bugüne kadar 1 milyar 53 milyon 446 bin liralık destek sağlamış oldu.
Mentorluk, ticarileşme ve markalaşmaya da destek
TÜBİTAK, girişimcilere maddi desteğin yanında mentorluk hizmeti de sundu. Böylece, BiGG+KOBİ Mentor Arayüz Çağrısı kapsamında desteklenen KOBİ'lere verilecek mentorluk hizmetiyle, girişimlerin ticari olgunluk seviyesi (Ürün geliştirme aşamasında olan firmaların satış yapması, satış geliri olan firmaların pazar çeşitliliği sağlaması, ihracat yapması) ile AR-GE ve yenilik kapasitesinde artış (Yenilik alanındaki faaliyetlerin sürekliliğinin sağlanması, yenilik faaliyetlerinin kurumsal olarak yürütülmesi) hedeflendi. Öte yandan girişimcilerin ticarileşme ve markalaşma süreçlerine de destek olan TÜBİTAK, Devlet Malzeme Ofisi (DMO) ile imzaladığı protokolün ardından, AR-GE teşvikleri neticesinde geliştirilen teknolojik ürünler, DMO Tekno Katalog Platformuna dahil edilerek firmaların kamu alımlarından pay alması imkanı sağlandı. TÜBİTAK, AR-GE projeleri geliştiren şirketlerin, proje harcamaları kapsamında ihtiyaç duyacakları finansmanın bulunması ve ülkenin ihtiyaç duyduğu teknolojilerde dışa bağımlılığın azaltılarak rekabet gücünün artırılması amacıyla Ziraat Bankası ve Türk Ekonomi Bankası ile işbirliği protokolleri imzalayarak, girişimcilere uygun koşullarda finansman sağlanmasını da kolaylaştırdı.
TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir hayvancılık hedefiyle geliştirilen yenilikçi projelerin sergilendiği, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi tarafından düzenlenen Hayvancılık Teknolojileri Ar-Ge ve İnovasyon Festivali'ne (#HAYTEKFEST) çevrim içi katıldı.
Çevre, insan ve hayvan sağlığını birbirine bağlı bir bütün olarak ele alan "Tek Sağlık" bakış açımızdan bahseden Mandal, hayvan hastalıklarına yönelik geliştirdiğimiz ve desteklediğimiz projelere ve planlanan çalışmalara değindi. Prof. Dr. Mandal, sürdürülebilir kalkınma için tarım ve hayvancılık alanlarında birlikte geliştirme ve birlikte başarma odaklı programlarımız hakkında bilgilendirmelerde bulundu.
Sosyal medya hesabında konuyla ilgili “Sürdürülebilir bir gelecek için gıda arz güvenliğinin sağlanmasına, hayvan sağlına yönelik araştırma ve teknolojilerin geliştirilmesine, inovatif fikirlerle üretim kalitesinin ve kapasitesinin artmasına önem veriyoruz. TÜBİTAK olarak bu alanda da birlikte geliştirmenin ve birlikte başarmanın gücüne inanıyor ve bu kapsamda üretilen projeleri desteklemeye devam ediyoruz!” ifadelerini kullandı.
TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal ODTÜ TEKNOKENT bünyesinde yer alan, deprem ve yapı sağlığı izleme alanında yazılım, donanım ve makine üretimi yapan TDG Deprem ve Yapı Sağlığı İzleme Sistemleri firmasını ziyaret etti.
Prof. Dr. Mandal, firmanın, TÜBİTAK Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı (TEYDEB) destekleri ile geliştirdiği ve gelecekte deprem araştırmaları, yapı güvenliği ve afet yönetimi alanlarında önemli çıktılar elde edilmesinde yarar sağlayacak teknolojiler hakkında bilgi aldı. Üretim alanlarını gezerek geliştirilen sistemleri ve cihazları inceleyen Mandal, “Daha güvenli bir gelecek için yenilikçi çözümler üreten, araştıran ve geliştiren firmalarımızı desteklemeye devam edeceğiz!” ifadelerini kullandı.
TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal Ufuk Avrupa Programı Kültür, Yaratıcılık ve Kapsayıcı Toplumlar Kümesi’nde Bilkent Üniversitesi‘nin koordinatörlüğünde, 6 farklı ülkeden 13 ortağın katılımıyla desteklenen CULTURATI (CUSTOMIZED GAMES AND ROUTES FOR CULTURAL HERITAGE AND ARTS) projesinin ilk toplantısında açılış konuşması yaptı.
Prof. Dr. Mandal, kültür ve sanat ile Nesnelerin İnterneti (IoT), bulut ve mobil teknolojileri, sensörler ve Yapay Zeka teknolojilerinin bir araya getirildiği projede, TÜBİTAK olarak birlikte geliştirme yaklaşımı ve bu süreçte sosyal ve beşeri bilimler araştırmalarına verilen önemi vurguladı.
Proje çıktılarının çoklu etkisinin kritik önemine atıfta bulunan Mandal, “Ufuk Avrupa’da sadece proje ortağı değil koordinatör olarak bulunma hedefimize sağlamış olduğu katkılardan dolayı kurumlarımıza teşekkür ediyoruz.” ifadelerini kullandı.
“Gençlere örnek olabiliyorsam ne mutlu bana”
Nükleer fizik alanında özellikle radyoaktivite ölçülmesi üzerine çalışan ve nötron radyasyonuna karşı zırhlama malzemesi geliştiren Dr. Öğretim Üyesi Selcen Uzun Duran, projesiyle KTÜ bünyesinde TÜBİTAK 1505-Üniversite Sanayi İşbirliği Programını tamamlamış tek bilim kadını unvanını elde etti
Nükleer fizik alanındaki çalışmalarıyla adından söz ettiren Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Dr. Öğretim Üyesi Selcen Uzun Duran, bilimsel ve akademik çalışmaların yanı sıra TÜBİTAK 1505-Üniversite Sanayi İşbirliği Destek Programı kapsamında Türkiye'de sanayicilerin ihtiyacına yönelik, nötron radyasyonuna karşı zırhlama malzemesi de geliştirdiğini anlattı. Duran, şunları kaydetti: "Doktora sonrası araştırmacı olarak çalışırken, nötronların zırhlanması çalışmaları gündeme gelmiştir. İstenilen özellikte malzemeyi üretebilmek amacıyla linac, siklotron, radyoterapi, x-ışını gibi sistemler için nötron ve gama zırh malzemesi üreten MODEDOOR firması ile yüksek zırhlama özelliğine sahip polimer tabanlı zırh malzemelerin üretilmesi fikri gündeme gelmiş, bu fikir projelendirilmiş ve 1505 TEYDEB Projesi kapsamında desteklenmiştir." Duran, projenin önemine dikkati çekerek, "Bu proje üniversitemizdeki temel bilimlerden ilk üniversite-sanayi iş birliği projesidir. Bir de KTÜ'de bir kadın akademisyenin üniversite sanayi kapsamında ilk aldığı proje oldu. Bundan ötürü mutluyum. Bu şekilde projeyi tamamen yerli imkanlarla başarıyla tamamladık." diye konuştu. Türk Patent ve Marka Kurumuna patent başvurusu yaptıklarını belirten Duran, "Şu anda yurt dışı patentine de başvurumuz tamamlandı. Firma bundan çok mutlu çünkü proje firmanın Avrupa pazarına da açılma şansı oldu." dedi. Dr. Öğretim Üyesi Selcen Uzun Duran, gençlere hayallerinin peşinden koşmaları tavsiyesinde bulunarak, "Gençlere örnek olabiliyorsam ne mutlu bana." ifadesini kullandı.
"Tıbbi kenevir tohumu AR-GE çalışmaları devam ediyor"
Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) Genel Müdür Yardımcısı Ümit Orhan, kurumun, endüstriyel kenevir üretiminde değil tıbbi üretim kısmında yer aldığını söyledi. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ile tıbbi kenevir tohumu AR-GE çalışmalarının devam ettiğini ifade eden Orhan, kısa sürede yerli tohum üretimini hedeflediklerini söyledi. Tarım ve Orman Bakanlığının izniyle Portekiz'den gelen bir uzmanla çalışma yaptıklarının bilgisini veren Orhan, Bolvadin'de tanımlı bölgede 300 kök kenevir diktiklerini, yüzde 10'un üzerinde verim elde ettiklerini söyledi. TMO'nun dünyanın en büyük yekpare morfin hammaddesi üreticisi olduğunu da vurgulayan Orhan, "Murakabesi zaten haşhaş özelinde yapıldığından, bizim için çok zor olmayacak. Aynı şekilde endüstriyel kenevirin izin verildiği iller içerisinde, bizim murakabe edeceğimiz, belirleyeceğimiz daha sınırlı alanlarda yapmayı düşünüyoruz. İlk etapta kendi alanımızda, TÜBİTAK ile kendi kenevir tohumumuzu geliştiriyoruz." dedi.
Çağrılar ve Duyurular
2242 Üniversite Öğrencileri Araştırma Proje Yarışmaları Ön Değerlendirme Sonuçları Açıklandı
TÜBİTAK tarafından düzenlenen 2242 Üniversite Öğrencileri Araştırma Proje Yarışmalarına 9 alanda toplam 511 proje başvurusu yapıldı. 32 jüri üyesi tarafından yapılan ön değerlendirme sonucunda dokuz alanda toplam 111 proje final yarışmasına katılmaya hak kazandı.
Üniversite Öğrencileri Araştırma Proje Yarışmaları Final Yarışması Değerlendirmeleri, 20-22 Mart 2023 tarihleri arasında çevrim içi olarak yapılacak.
EMBO Genç Araştırmacı Programına Başvurular İçin Son Tarih 1 Nisan 2023!
Yaşam bilimleri alanında çalışan bilim insanlarına yönelik çeşitli burs ve destek programları yürüten Avrupa Moleküler Biyoloji Organizasyonu (European Molecular Biology Organisation – EMBO)’nun, Genç Araştırmacı Programı (EMBO Young Investigator Programme) için son başvuru tarihi 1 Nisan 2023 olarak belirlendi.
Bilim ve Teknoloji Haberleri
Çin, 5G ve 6G'de vites artırıyor: 600 bin 5G baz istasyonu daha kurulacak
Çin, yıl sonuna kadar 600 bin 5G baz istasyonu daha kurarak ülkedeki toplam 5G baz istasyonu sayısını 3.14 milyona çıkaracak. Doğu Asya ülkesi ayrıca 6G Ar-Ge çalışmalarına da hız veriyor.
Çin Sanayi ve Bilgi Teknolojileri Bakanı Jin Zhuanglong, hali hazırda 2.54 milyondan fazla 5G baz istasyonu kurdu ve 5G destekli akıllı telefon kullanıcılarının sayısının 575 milyon kişiyi aştığını açıkladı.
Sanayi ve Bilgi Teknolojileri Bakanı 5G'nin madencilik, limanlar, enerji ve havacılık dahil olmak üzere büyük endüstriyel sektörlerin yarısından fazlasında kullanıldığını belirtti. Ayrıca özellikle sanayide süper hızlı kablosuz teknolojinin uygulama kapsamının genişletilmesi çağrısında bulundu.
Çin'in 6G ile ilgili araştırma yapmak üzere bir çalışma grubu kurduğu biliniyor. IMT-2030 (6G) isimli oluşum, altıncı nesil mobil iletişim teknolojisi ve uluslararası iş birliğinin geliştirilmesi için Çin'in amiral gemisi platformu olacak. Bu da 6G teknolojisinin gelişimini hızlandıracak.
Io’nun Volkanik Yüzeyi Görüntülendi
2011 yılında Jüpiter ve uydularını gözlemlemek üzere fırlatılan Juno uzay aracı, Jüpiter’in en büyük uydularından Io’yu yakından görüntüledi.
Insider’In haberine göre 1 Mart 2023'te NASA'nın Juno uzay aracı, Jüpiter'in uydusu Io'nun yanından geçerek dört Galile uydusunun en içteki ve üçüncü en büyük uydusunun 51 bin 500 kilometre yakınına geldi.
2006'da New Horizons göreviyle Pluto'ya giderken Io ve Jüpiter sisteminin yanından geçilmesinden bu yana Güneş Sistemimizdeki en volkanik uydunun en iyi ve en yakın görüntüsünü çekildi.
Juno, Jüpiter'in yörüngesinde 49 kez döndü ve Jüpiter'in birkaç uydusunu incelemeye başladı.
Io'nun bu son uçuşu, önümüzdeki yıl içinde volkanik ayın dokuz yakın geçişinden üçüncüsüydü ve ilki 2022 Aralık'ta gerçekleşti.
Önümüzdeki yıl 3 Şubat 2024'te yapılacak bir uçuşta, Io'ya bin 500 kilometre kadar yaklaşılacak.
Bilim insanları 'havadan' elektrik üretmenin yolunu buldu
Bilim adamları, havayı elektriğe dönüştüren ve potansiyel olarak neredeyse sınırsız bir temiz enerji kaynağının kilidini açan bir enzim keşfetti.
Avustralya'nın Melbourne kentindeki Monash Üniversitesi'nden araştırmacılar, toprak bakterisinden hidrojen tüketen bir enzimin, atmosferi bir enerji kaynağı olarak kullanarak elektrik akımı üretebildiğini farketti.
Monash Üniversitesi Biyotıp Keşif Enstitüsü'nden Profesör Chris Greening, "Antarktika toprakları, volkanik kraterler ve okyanusun derinliklerinde yaşayanlar da dahil, bakterilerin büyümek ve hayatta kalabilmek için havadaki hidrojeni enerji kaynağı olarak kullanabildiğini bir süredir biliyoruz" dedi.
Araştırmacılara göre, Huc adı verilen enzimin "şaşırtıcı derecede istikrarlı" ve "havadan enerji" üretmede epey etkili olduğu kanıtlandı.
Deneyler, saflaştırılmış bu enzimi uzun süre donma noktasında veya 80 santigrat dereceye kadar sıcaklıklarda elektrik üretme gücünü kaybetmeden depolamanın mümkün olduğunu ortaya koydu.
Keşif, Nature adlı bilimsel dergide yayımlandı.
Böceğin beyin haritası çıkarıldı
Araştırmacılar, nörobilimde bilim insanlarını düşünce mekanizmasının gerçek anlayışına yaklaştıran bir dönüm noktası olan bir böceğin bugüne kadarki en gelişmiş beyin haritasını tamamladı.
Johns Hopkins Üniversitesi ve Cambridge Üniversitesi liderliğindeki uluslararası ekip, insanlarla karşılaştırılabilir beyinlere sahip arketipik bir bilimsel model olan larva meyve sineğinin beynindeki her sinir bağlantısını izleyen nefes kesici derecede ayrıntılı bir diyagram üretti. Gelecekteki beyin araştırmalarının temelini oluşturması ve yeni makine öğrenimi mimarilerine ilham vermesi muhtemel olan çalışma, Science dergisinde yayımlandı.
Medicalxpress’in haberine göre 1970'lerde başlayan yuvarlak solucanla ilgili 14 yıllık bir çalışma olan bir beyni haritalandırmaya yönelik ilk girişim, kısmi bir harita ve bir Nobel Ödülü ile sonuçlandı. O zamandan beri, sinekler, fareler ve hatta insanlar da dahil olmak üzere birçok sistemde kısmi konektomlar haritalandı, ancak bu rekonstrüksiyonlar tipik olarak toplam beynin yalnızca küçük bir bölümünü temsil ediyor. Kapsamlı konektomlar yalnızca vücutlarında birkaç yüz ila birkaç bin nöron bulunan birkaç küçük tür için üretildi - yuvarlak solucan, larva deniz fışkırtması ve bir larva deniz halkalı solucanı.
Bu ekibin bir bebek meyve sineği olan Drosophila melanogaster larvasının connectome'u, bir böcek beyninin tamamının şimdiye kadar tamamlanmış en eksiksiz ve en geniş haritası olarak öne çıkıyor, harita 3.016 nöron ve aralarındaki 548.000 bağlantıyı içeriyor.
Tüm beyinleri haritalandırmak, en modern teknolojiyle bile zor ve son derece zaman alıcıdır. Bir beynin hücresel düzeyde eksiksiz bir resmini elde etmek, beynin yüzlerce veya binlerce ayrı doku örneğine dilimlenmesini gerektirir. Yavru meyve sineği ile bunu yapmak on yıldan fazla sürdü. Bir farenin beyninin, yavru bir meyve sineğinin beyninden milyon kat daha büyük olduğu tahmin ediliyor. İnsan beynine yakın herhangi bir şeyin haritasını çıkarma şansı yakın gelecekte, belki de ömrümüz boyunca bile pek mümkün görünmüyor.
Ölümcül olan bir bakteri türüne karşı %100 etkili olan mRNA tabanlı bir aşı geliştirildi
Dünyada ilk kez Tel Aviv Üniversitesi ve İsrail Biyolojik Araştırma Enstitüsü'nden bir araştırma ekibi, insanlar için ölümcül olan bir bakteri türüne karşı %100 etkili olan mRNA tabanlı bir aşı geliştirdi.
Medical Express’in haberine göre, bir hayvan modelinde yürütülen çalışma, tedavi edilen tüm hayvanların bakterilere karşı tamamen korunduğunu gösterdi. Araştırmacılara göre, yeni teknolojileri, örneğin yeni bir hızlı yayılan salgın durumunda, antibiyotiğe dirençli bakterilerin neden olduğu hastalıklar da dahil olmak üzere bakteriyel hastalıklar için etkili aşıların hızla geliştirilmesini sağlayabilir.
Çalışma, Tel Aviv Üniversitesi'nden Dr. Edo Kon ve Shmunis Biyotıp ve Kanser Araştırmaları Okulu'nda Ar-Ge Başkan Yardımcısı ve Hassas Nano-Tıp Laboratuvarı Başkanı Prof. Dan Peer tarafından İsrail Enstitüsü'nden araştırmacılarla iş birliği içinde yürütüldü. Biyolojik Araştırma: Dr. Yinon Levy, Uri Elia, Dr. Emanuelle Mamroud ve Dr. Ofer Cohen. Çalışmanın sonuçları Science Advances dergisinde yayımlandı.
Edo Kon "Şimdiye kadar hepimizin aşina olduğu COVID-19 aşıları gibi mRNA aşılarının virüslere karşı etkili olduğu ancak bakterilere karşı etkili olmadığı varsayıldı. Bu aşıların etkinliğine ek olarak en büyük avantajı, onları çok hızlı geliştirme yeteneği: SARS-CoV2 (COVID-19) virüsünün genetik dizisi yayımlandıktan sonra, ilk klinik denemeye başlamak sadece 63 gün sürdü. Ancak şimdiye kadar bilim adamları, bakterilere karşı mRNA aşılarının biyolojik olarak olduğuna inanıyorlardı. Geri alınamaz. Çalışmamızda, ölümcül bakteriler için %100 etkili mRNA aşıları geliştirmenin aslında mümkün olduğunu kanıtladık." dedi
Araştırmacılar, virüslerin üremeleri için harici (konakçı) hücrelere bağlı olduğunu açıklıyor. Kendi mRNA molekülünü bir insan hücresine sokan bir virüs, hücrelerimizi kendi genetik materyaline, yani kendi kopyalarına dayalı viral proteinler üretmek için bir fabrika olarak kullanır. mRNA aşılarında, aynı molekül bir laboratuvarda sentezlenir, ardından lipide sarılır. İnsan hücrelerinin zarına benzeyen nanopartiküller. Aşı vücudumuza enjekte edildiğinde lipitler hücrelerimize yapışır ve sonuç olarak hücreler viral proteinler üretir. Bu proteinlere aşina olan bağışıklık sistemi, gerçek virüse maruz kalması durumunda vücudumuzu nasıl koruyacağını öğrenir.
Silikon, Altın ve Bakır –COVID-19'a Karşı Yeni Silahlar Keşfedildi
Curtin Üniversitesi'nde yakın zamanda yapılan bir araştırma, COVID-19 pandemisinden sorumlu koronavirüslerin türü olan SARS-CoV-2'nin başak proteinlerinin silikon, altın ve bakır ile temas ettiğinde sıkışabileceğini keşfetti. Scitechdaily’nin haberine göre, araştırma, elektrik alanlarının uygulanmasının virüsü öldürebilecek başak proteinlerini etkili bir şekilde yok edebileceğini öne sürüyor.
Curtin Üniversitesi Moleküler ve Yaşam Bilimleri Okulu'ndan baş araştırmacı Dr. Nadim Darwish'e göre, çalışma, koronavirüslerin spike proteinlerinin belirli yüzey türlerine yapıştığını ve bu yüzeylerde sıkıştığını buldu.
Darwish, "Koronavirüslerin çevrelerinde, konakçı hücrelere nüfuz etmelerine ve enfeksiyona neden olmalarına izin veren dikenli proteinler vardır ve bu proteinlerin, güçlü bir kimyasal bağ oluşturan bir reaksiyon yoluyla silikon, altın ve bakır yüzeyine yapıştığını bulduk. Bu malzemelerin hava filtrelerinde, banklar, masalar ve duvarlar için kaplama olarak veya silme bezleri ve yüz maskelerinin kumaşlarında kullanılarak koronavirüsleri yakalamak için kullanılabileceğine inanıyoruz.
Koronavirüsleri bu yollarla yakalayarak daha fazla insana ulaşmasını ve bulaştırmasını engelleyeceğiz." dedi
Essam Dief, çalışmanın ayrıca koronavirüsün elektrik darbeleri kullanılarak tespit edilip yok edilebileceğini tespit ettiğini kaydetti.
Dief, "Elektrik akımının spike proteininden geçebileceğini ve bu nedenle proteinin elektriksel olarak tespit edilebileceğini keşfettik. Gelecekte bu bulgu, solüsyonun bir ağız veya burun sürüntüsüne uygulanması ve virüsün proteinlerini elektriksel olarak tespit edebilen küçük bir elektronik cihazda test edilmesi olarak tercüme edilebilir. Bu, anında, daha hassas ve doğru COVID testi sağlayacaktır. Daha da heyecan verici olanı, elektrik darbeleri uygulayarak, başak proteininin yapısının değiştiğini ve darbelerin belirli büyüklüğünde proteinin yok edildiğini bulduk. Bu nedenle, elektrik alanları potansiyel olarak koronavirüsleri devre dışı bırakabilir. Yani, hava filtrelerine bakır veya silikon gibi malzemeler ekleyerek, potansiyel olarak yakalayabilir ve sonuç olarak durdurabiliriz. virüsün yayılması. Ayrıca daha da önemlisi, örneğin hava filtreleri yoluyla elektrik alanlarını dahil ederek bunun virüsü etkisiz hale getirmesini de bekliyoruz.” dedi.
Biyolojiden İlham Alan Sinir Ağı Modeli Daha Fazla Anı Depolayabilir
Araştırmacılar, gelişmiş hafıza performansını gösteren son biyolojik keşiflerden ilham alan yeni bir model geliştirdi.
Scitechdaily’nin haberine göre bilgisayar modelleri, beynin anıları ve diğer karmaşık bilgileri oluşturma ve tutma sürecini araştırmakta çok önemli bir rol oynar. Ancak, bu tür modelleri oluşturmak hassas bir iştir. Elektrik ve biyokimyasal sinyallerin karmaşık etkileşiminin yanı sıra nöronlar ve diğer hücre türleri arasındaki bağlantı ağı, anıların oluşması için altyapı oluşturur. Buna rağmen, daha ileri çalışmalar için beynin karmaşık biyolojisini bir bilgisayar modeline kodlamanın, beynin altında yatan biyolojinin sınırlı anlaşılması nedeniyle zor bir görev olduğu kanıtlandı.
Okinawa Bilim ve Teknoloji Enstitüsü'ndeki (OIST) araştırmacılar, biyolojiden elde edilen içgörüleri birleştirerek, Hopfield ağı olarak bilinen, yaygın olarak kullanılan bir bilgisayar bellek modelinde iyileştirmeler yaptı. Değişiklik, yalnızca beyindeki nöronların ve diğer hücrelerin bağlantı şeklini daha iyi yansıtmakla kalmayıp, aynı zamanda önemli ölçüde daha fazla anı depolama kapasitesine sahip bir ağla sonuçlandı.
Doktora Thomas Burns, ağa eklenen karmaşıklığın onu daha gerçekçi kıldığını söylüyor.
Hopfield ağları, anıları sistemdeki farklı nöronlar arasındaki ağırlıklı bağlantı kalıpları olarak depolar. Ağ, bu kalıpları kodlamak için "eğitilir", ardından araştırmacılar, bir dizi bulanık veya eksik kalıp sunarak ve ağın bunları zaten bildiği gibi tanıyıp tanıyamayacağını görerek hafızasını test edebilir. Bununla birlikte, klasik Hopfield ağlarında, modeldeki nöronlar, "ikili" bağlantılar olarak adlandırılan bir dizi bağlantı oluşturmak için ağdaki diğer nöronlara karşılıklı olarak bağlanır.
İkili bağlantılar, iki nöronun beyindeki iki nöron arasındaki bir bağlantı noktası olan bir sinapsta nasıl bağlandığını temsil eder. Ancak gerçekte nöronlar, bağlantı için birden fazla nokta sağlayan dendrit adı verilen karmaşık dallı yapılara sahiptir, bu nedenle beyin, bilişsel işlerini yapmak için çok daha karmaşık bir sinaps düzenlemesine güvenir. Ek olarak, nöronlar arasındaki bağlantılar astrositler adı verilen diğer hücre türleri tarafından modüle edilir.
“Sadece çift olarak gerçekçi değil Nöronlar arasındaki bağlantılar beyinde mevcuttur” diye açıklıyor Burns. Sadece nöron çiftlerinin değil, üç, dört veya daha fazla nöron setlerinin de beyinde astrositler ve dendritik ağaçlar yoluyla meydana gelebileceği gibi bağlantı kurabildiği değiştirilmiş bir Hopfield ağı yarattı.
Haftalık bültenimize kayıt olmak için e-posta adresinizle kayıt olun
Thank you for subscribing!
Have a great day!